14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH : 29- 30 ARALIK 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, ÇERKEZ ETHEM OLAYI HAKKINDA YAPTIĞI KONUŞMA:

Saygıdeğer arkadaşlar, şu anda bahsedeceklerim olasılıkla hepinizin üzecektir. Ancak gerçekleri olduğu gibi Yüce Meclisin bilgisine sunmak istiyorum. Bildiğiniz gibi İstanbul düşmanlarımızca saldırıya uğradıktan sonra, büyük heyetiniz Ankara’da toplanmaya başlamıştı. O günler, bizim en zayıf bulunduğumuz kritik günlerdi. Dıştaki düşmanlarımızdan ayrı içte de birçok yörede isyanlar çıkarılmıştı. İşte böyle acı günlerde bizimle iş birliği yapmış olan ve yardımımıza yetişen çok değerli arkadaşlarımız vardı. Bunlar arasında Büyük Millet Meclisi üyelerinden Reşit Bey’in kardeşi Ethem Bey ve Tevfik Bey vardır. Bunlar Anzavur olayında, o zamanlar kuzey bölgesi komutanı olan Yusuf İzzet Paşa ve Kazım Paşa’nın emirleri altında Biga’da başarılı hizmetlerde bulunmuşlardır. Daha sonra Düzce isyanı olduğunda yine Fuat Paşa’nın emrinde yararlı işler yaptılar. Yozgat’ta yaşanan ateşli isyanı yatıştırdılar. Bu yaptıkları nedeniyle hepimiz kendilerine yeteri kadar takdir ve saygıda bulunduk. Ancak bütün amacımız, vatan ve milletin esenlik, mutluluk ve gerçek kurtuluşunu elde etmektir. Aksi halde buradan değişik bir kısım çıkarlar sağlamak, sonu gelmeyen isteklerde bulunmak, değişik bir kısım görüşler izlemek cinayet olur, hainlik olur. Yüce Meclisiniz, ben de dahil olmak üzere, kim olursa olsun, bu kutsal amacın aksine hareket edenler ile ilgili gerekli önlemleri almakta kararsız davranamaz.
Söz konusu olayı aydınlatmak için önceki gelişmelere bir parça değineceğim. Ankara’da Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti kurulmadan önce hepinizin bildiği gibi Anadolu ve Rumeli Müdafayi Hukuk Cemiyetleri’nin anlaşıp birleşmesinden oluşan bir kuruluş vardı. Bu kuruluş “Temsil Heyeti” adı altında bir kurulca idare edilmekte idi. Orduların başında bulunan kumandanlar, İstanbul Hükümetine bağlı gibi görünüyorlarsa da, gerçekte bu kuruluşun içinde birlikte çalışmakta idiler. Cephelerden en fazla duyarlı ve çalışkan olan, Batı Cephesi idi. Yunanlılar İzmir’e çıktıktan sonra, oradaki yurdunu, ulusunu, ailesini koruma çabasındaki namuslu vatansever insanlar, kısa sürede düşmana karşı bir cephe oluşturdular. Bu cephenin Salihli yöresinde Ethem Bey, Tevfik Bey ve çalışma arkadaşları bulunuyordu. O sırada cephe üç parça halinde idi. Cephe komutanlarına görüşlerini sorduğuma; cephenin iki parça olmasını ve doğrudan bana bağlanması istendi. Bir süre bu durumda devam edildi. Ancak Yunanlıların cepheye saldırısı dağılma meydana getirdi. Bunun üzerine Batı (garp) cephemize tek komutan atamak gerekli oldu. Bu olay Bakanlar Kurulu’nda konuşulurken, atanması düşünülmüş olan Fuat Paşa da orada idi. Fuat Paşa bütün cephenin kendi emrinde bulunmasını, ayrıca Samsun’dan Sivas’a kadar kendisine bağlanmasını istiyordu. Görüldüğü gibi ülkenin yarısına komuta etmeyi üstlenmek demektir. Ben bunun bir insan tarafından idaresinin olanaksız olacağı görüşündeydim. Birincisi büyük bir cephedir ve savaş cephesidir. Savaş cephesi ile uğraşanın geri ile uğraşmasının olanaksızlığını bilirim. Kesinlikle onu ikinci, üçüncü kişilere bırakır. Ayrıca bu denli büyük bir cephe üzerinde komuta etmek güç bir sorundur. Büyük komutanlar askeri birliklerini yakından görmezlerse, yakından komuta etmezlerse, çoğu kez yanlışlıklar olur. Deneyimlerime göre genel savaşlarda yenilginin nedeni bu noktadadır. Bu nedenle cephenin iki bölüme ayrılmasını uygun gördüm. Batı cephesi, geniş bir bölge olarak isteği yönünde Fuat Paşa emrine verildi. Ancak bir süre sonra, Fuat Paşa’nın isteği doğrultusunda geri bölgelere ordu komutan vekili atandı. Batı cephesi ikiye ayrıldı.
Hedefe ulaşabilmek için, güvenle dayanılacak bir orduya ihtiyaç vardır. Bu işe giriştiğimizde, o gün için niteliğine bakmadan, her kuvvetten yararlanmak amacındaydık. Ancak bu şekilde milletin bağımsızlığının güvenli olamayacağını biliyorduk. Kuvvet, kesinlikle her türlü emre boyun eğen, noksansız sıkı düzene sahip orduda bulunmalıdır. Ülkenin her yanında bu koşulları taşıyan ordu kurmaya uğraştık. Allah’a şükür bugünden başarının izlerini görmekteyiz. Bildiğiniz gibi ordumuz milli ordudur. Şunun bunun kişisel girişimi ile, şuradan buradan toplanmış, cezaevinden çıkarılmış bir kısım insanlardan oluşan çeteler amacımıza zarar vermiştir. Yozgat’ta isyan edenleri yola getirmek için gitmiş olan kuvvetin, suçsuz halka zarar verdikleri anlaşıldı. Oysaki amacımız bu değildir. Bunu görmekle birlikte, o sırada engel olmak elimizde değildi.
Batı cephesinde Hükümetin, Büyük Millet Meclisi’nin emirlerini koşulsuz yerine getiren ve düzenli kuvvet oluşturmak ilkesine gereken özen gösterilmemiştir. Ordu komutanlarıyla durum tartışıldı, kesinlikle düzeltilmesinin gerektiği birkaç kez söylendi.
Bildiğiniz gibi Batı cephesinde Gediz saldırısı olmuştur. Bu saldırının yapılmasına cephe komutanı Fuat Paşa karar vermişti. Ancak Genelkurmay Başkanı İsmet Bey buna karşı idi. Cephe komutanının şöyle diyordu; “Düşman, kuvvetlerini uzun bir cephe üzerine yaymıştır. Gediz’de az bir kuvveti vardır.” Genelkurmay Başkanlığı’nın karşı görüşü ise; “Düşman duruyorsa, bu kuvvetinin az olmasından ve cesaretsizliğinden değildir. Sayı olarak bizden üstündür. Kuvvetimiz düşmandan azdır. Durma nedeni siyasidir. Harekete geçerse onu durduracak gücümüz yoktur. Batı Cephesi bizim için ölüm kalım meselesidir.” Bu nedenlerle Genelkurmay Başkanı saldırının yapılmasını istemiyordu. Haberleşme ile anlaşamayınca, Eskişehir’e gitti ve Ordu komutanı ile görüştü. Tarafların görüşünde değişiklik olmayınca Genelkurmay Başkanı sonuçta bana başvurdu, görüşlerini anlattı. Genelkurmay Başkanlığı’nın görüşü yerindeydi. Ben tarafsız kalacağımı belirttim. Hepinizin bildiği gibi Gediz saldırısı yapıldı. Batı Ordusu Komutanı yeni bilgi vermemiştir, ancak bilinen düşman kuvvetleri sayı olarak fazla olduğundan ilk anda yenildik ve geri çekilme emri verildi.
Birinci Gezici Kuvvet (Kuvvai Seyyare) dediğimiz Ethem Bey Kuvvetleri de bu savaşa katıldı. Kardeşi Teyfik Bey’in komutasındaki gezici kuvvet, Ordu Komutanından aldığı emirlerin hiçbirini yerine getirmediği gibi, geri çekilme emrine uyma gereği dahi duymamıştır.
Bursa cephesinden saldıran düşman Yenişehir’i ele geçirmiş, Uşak’ta saldırıya geçmiştir. Düşman cephenin her yanında bizi yenmiştir. Ancak düşmanın sis yüzünden, yanlış bir kararla geri çekilmesi yerinde olmuştur. Hava açık olsa idi düşman karşı saldırıya geçer, büyük bir olasılıkla tek kuvvetimizi de orada yok ederdi. İşte Gediz saldırısında son durum budur. Ordu Komutanı yanılgı nedeninin Gezici Kuvvet Komutanı Ethem ve kardeşlerinin olduğunu söylüyor. Ethem ve kardeşleri ise tersini iddia ediyor. Fuat Paşa görüşmek üzere buraya geldi. Ben kendisinin bu orduya komuta edemeyeceği kanısındaydım. Durumu ile ilgili hiç bir tartışma yapmaksızın Moskova’ya büyükelçi olarak gitmesini uygun bulduk. Batı cephesini, batı ve güney cephesi olmak üzere ikiye ayırdık. Ağırlığı Batı cephesine vermek gereğini duyduk. Batı Cephesi Komutanlığına Genelkurmay Başkanı İsmet Bey’i uygun gördük.
Güney Cephesine ise, İçişleri Bakanı Refet Bey’in gitmesini kararlaştırdık. Refet Bey bu göreve getirildiğine içerleyip: “Ben İçişleri Bakanlığı’nı çok önemli bir bakanlık biliyordum. Ancak şu an gördüm ki, ordu komutanlığı bölgesinde bir ayaklanma çıkınca buradaki önemsediğim görevi bırakıp gitmemde bir engel yok. Bu sözlerinizi emir kabul ediyorum.” dedi. “Amacımız seni İçişleri Bakanlığı’ndan ayırmak değildir. Bu görevi yerine getir ve gel.” dedik. Gerek İsmet Bey, gerek Refet Bey ilk dakikadan başlayarak ciddi şekilde uğraş verip, kendilerinden istediğimiz düzenli orduyu kurmaktadırlar.
Bazı küçük parçalar ekleyeceğim: Diyarbakır Milletvekili Hacı Şükrü Bey o sırada Eskişehir’de bulunuyordu. Beni gördüğünde; “Ethem Bey’in selamı var, bir olay söz konusudur ve bundan dolayı çok üzüntülüdür. Bu olayı siz çözebilirsiniz.” dedi. Refet Bey, Ethem Bey’in adını taşıyan belgeyi alıp yırtmış. Ayrıca Ethem Bey’in birliğine katılmak üzere Ankara’ya gelen 150- 200 kadar askeri geri göndermiş. Hacı Şükrü Bey’in dediğine göre, Ethem Bey o birliğin geri gönderilmesini istiyor ve bu durumu kendisi için onur kırıcı olarak görüyormuş.
Ankara’ya 150- 200 kişilik bir askeri birlik gelse, hepimiz görürdük. Ayrıca Refet Bey bu tür bir şey yapmış olsa, bundan bilgim olması gerekirdi. Anında Refet Bey’e haber gönderdim ve kendisi ile görüştüm. Refet Bey, henüz İçişleri Bakanı olmadan Ankara’ya gelirken, Alaca’dan geçiyormuş. O yöre halkı kendisine baş vurup; “Aman efendim, bir kısım insanlar gelip zorla asker topluyorlar. Köylerimizden asker gitmediğinde evimizi yakıyorlar, hayvanlarımızı alıyorlar, bizi göçe zorluyorlar. Bu insanların elinden kurtar.” diyorlar. Refet Bey Alaca’da kalıyor. Gerçekten köylerden bir kısım insanlar ellerinde belgelerle geliyor. Bu belgelerde; asker toplamakla görevli oldukları, asker vermediklerinde yakmaya, yıkmaya yetkili oldukları yazılıdır. Refet Bey bu çapulcuların elinden belgeleri alır ve yırtar. Ethem Bey müfrezesinden kaçanları da toplatıp geri gönderir.
Hacı Şükrü Bey’i gördüğümde bunu anlattım ve Ethem Bey’e bunu yazmasını söyledim. Ayrıca ikinci kez Hacı Şükrü Bey’in yanında Refet Bey aynı açıklamayı yaptı. Önem verdiğim için bu konuyu araştırdım, gerçek olmadığını anladım. Ancak birkaç gün sonra doğrudan doğruya Ethem Bey’den bana gelen telgrafta deniliyor ki; “Müfrezemden şu kadar kişi kaçtı. Refet Bey benim adamlarımı Ankara’dan gönderdiği ve belgelerini yırttığı için bundan güç aldılar. Bu nedenle kaçmalarının asıl nedeni Refet Beydir.”
Bu kez kendisine özel olarak yazdım: “Bana daha önce Hacı Şükrü Bey aracılığı ile gönderdiğiniz haber üzerine kendim araştırdım. Gerçek durumu size ilettim. Aynı sorun üzerinde durmanızı doğru bulmuyorum.” dedim. Daha sonra Eskişehir İstiklal Mahkemesi’nden gelen mektupta; Ethem Bey’in, İçişleri Bakanı Refet Bey’i Eskişehir İstiklal Mahkemesi’ne verdiği yazıyordu. Bu olay uygunsuz, kanunsuz, düşüncesiz bir hareketti. İstiklal Mahkemesine; Ethem Bey’in aynı olayı bana yazdığını, kendisine gerekli yanıtı verdiğimi bildirdim. Bu olayın kovuşturulmasının gerekmediğini belirttim.
Aynı günlerde arkadaşlardan biri; “Ethem Bey gönderdiği bir telgrafla Refet Bey’i aşağılamış.” dedi. Telgrafın Hacı Şükrü Bey’de olduğunu ve önüne gelene gösterdiğini söyledi. Refet Bey’e sorduğumda önemli olmadığını, yırtıp attığını söyledi. “Küçük düşürücü bir şeymiş, derecesi nedir?” dediğimde ise: “Dünyada en aşağılık bir insanın, ne kadar aşağılanması olanaklı ise ve ne kadar kötü sözcük kullanmak gerekli ise o kadar.” dedi. Kendisine: “Sen ne hak ve yetki ile bu telgrafı gizliyorsun? Bu telgraf Refet Bey’e değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İçişleri Bakanı’nadır.” dedim. Bana zamanında göstermiş olsaydı, onun kadar hareketsiz kalmazdım.
Bildiğiniz gibi Ethem Bey Yozgat ve yöresinde bulunduğu sırada, Refet Bey de Düzce ve Bolu’da tek başına bulunuyordu. Refet Bey’e Zile’ye hareket emri verdim. İsyanı bastırmak üzere hareket etti. Hareket sırasında önce on, sonra elli kişilik kuvvet oluşturdu. Sanırım Çorum’da vardığında yanında yüz elli kişi vardı. Bir an önce Üçüncü Kolordu Komutanı Selahaddin Bey’in yanına gitmek üzere, en kısa ve doğru yolu izliyordu.
Ethem Bey’in üstü kapalı ve sataşmalı uzun telgrafları vardır. Sizin komutanlarınız her zaman böyle yapıyorlar şeklinde eleştirir. Sataştığı komutan yalnızca Refet Bey değildir. Ona göre yörede ne kadar komutan varsa tümü güçsüz, ağır, aklı ermez insanlardır, yalnızca kendilerinin aklı çalışır. Bir kısım komutanları da telgraf başına çağırıp, yüzlerine karşı aşağılamışlardır. Biz bunları biliyorduk, ancak ortamın sakinleşmesini sağlamaya çalışırken, bir yandan da daha çok kargaşaya neden olmayı istemedik.
Refet ve İsmet Bey komutayı aldıktan sonra gidip işe başladılar. Bu sırada Ethem Bey rahatsızdı, son zamanlarda dinlenmek için Ankara’ya gelmişti. Kendisinden özel bir pusula aldım. Bu pusula da diyordu ki; “Benim Ankara’ya gelişim, şahsınıza karşı sadece dostluğumuzu sağlamlaştırma ve içten bağlılık içindir. Ancak gizli görüşüp, cepheden aldığım raporları size sunmak istiyorum.” Görüştüğümüzde o raporları kendisine okuttum, pek bir anlamı yoktu.
Ethem Bey: “Efendim, biz batı cephesinin ikiye ayrılmasını biz uygun görmüyoruz. Tümünün bir komutanın emrinde olması daha iyidir.” dedi. Bunun üzerine kendisini; “Bu durum bana bağlı değil, Genelkurmay Başkanlığına ait bir olaydır. Ancak asker olduğum için bu işlerden anlarım. Bildiğime göre en uygun görüşe dayanarak bu bölünme yapılmıştır.” diye yanıtladım. “Yeniden bir komuta altında olsa daha iyi olurdu Refet Bey’e bizim güvenimiz yoktur.” dedi. “Bizce Refet Bey çok zeki, akıllı ve güçlü bir askerdir. Büyük kuvvetlere komuta etmiş, denenmiş bir komutandır. Kendisine güvensizlik nasıl olur?” dedim.
Ethem Bey: “Yok haklısınız, tüm saydığınız askeri özeliklere sahiptir. Bizim güvensizliğimiz, şahsidir.” dedi. Anında telgraf olayı aklıma geldi. “Sizin kaçakları geri gönderme ve belge olayından dolayı güvensizliğiniz doğmuşsa bu doğru değildir.” dedim. Kaygısının “kuvvet dengesi” olduğunu söyledi. Bunun üzerine “Refet Bey kuvvetini sizin şahsınıza karşı kullanamaz. Aksi halde Büyük Millet Meclisi onu idam eder. Size söz veriyorum. Sonuçta benim hayatım ne kadar güvende ise, sizin ve arkadaşlarınızın hayatı da o kadar güvendedir. Hasta olduğunuzu duydum, gidip dinleniniz.” dedim. Bir iki gün sonra kardeşi Tevfik Bey imzalı bir kısım savaş raporları geldi. Raporların son kısmında, nereye verilmişse yazılır. Orada Batı Cephesi Komutanlığına rapor verildiğine dair yazının olmayışı dikkatimi çekti. Tevfik Bey’e gönderdiğim yazıda; “Bu durum yanlışlıktan mı kaynaklanmıştır? Aksi halde bir nedeni mi vardır?” dediğim halde henüz bir yanıt alamadım.
Efendim, gelen yazıları okuduğumda bazı bilgiler edindim. İsmet Bey komutayı aldıktan sonra bakmış ki, Batı Ordusunda bir kısım komutanlar, örnek olarak Birinci Gezici Kuvvet bir çok insanı asıyor, kesiyor. Bunları bir kısmına casus, bir kısmına kaçak diye yapıyor. Birçok aileyi göçe zorluyor ve evlerini yıkıyor. Tevfik Bey bir kısım aileleri zorla Kütahya’ya göndermiş, Tevfik Bey eşleri kaçak olduğu için bunları cezalandırın ve evlerini yıkın şeklinde emir vermiş. Oradaki sancak vekili olan yargıç (kadı) bakmış çoluk, çocuk insanlar perişan. Görevi yeni aldığı için durumu araştırır. Kanunu incelediğinde, bu yetkinin İstiklal Mahkemesi’ne ait olduğunu anlar. İnsanları köylerine göndermeyi kararlaştırır. Bunu duyan Tevfik Bey emir verir ve evine silahla girip sancak vekilini alırlar. On beş saat uzaklıktaki cepheye götürürler. İdamdan vazgeçip, geri göndermiş. Bu tür olaylar üzerine Batı Ordusu Komutanı İsmet Bey yayınladığı genelgede; “Casuslar genelkurmay heyetince araştırılır, hemen idam edilmezler, kararı istiklal mahkemeleri verir.” denilmektedir. Tevfik Bey itiraz eder, “Burada yaparsak daha etkili olur.” der. İsmet Bey de gerçekte daha etkili olacağını düşünür. “Ancak karar vermek benim yetkim dışındadır.” der. Tevfik Bey buna uymaz.
Başka bir olayda; Düşmanın kendiliğinden boşalttığı yerlerde idari, adli hiç bir görevli yok. Gezici Kuvvete ait olan çeteler bu tür boş yerlere girip soyuyorlar. Daha sonra; “Siz zamanında düşmanla birlikte hareket ettiniz.” diye onları öldürüyorlar. İnsanlar, ya düşmanla birlikte kaçıyor, ya da “Aman burada kalıp bizi koruyunuz.” diyor. Ayrıca bize karşı cephe oluşturuyorlar. İsmet Bey, durumun halkın hainliğinden değil, bu olaylardan kaynaklandığını söylüyor. İçişleri Bakanlığı’ndan görevli istiyor. Ancak destek gelinceye kadar İsmet Bey Eskişehir’den jandarma birliği ile birlikte, Simav ve Yöresi Komutanı adıyla birini gönderiyor. Halka korkmamalarını, her dertlerini bu komutana anlatmalarını belirten bildirge yayınlıyor. Tevfik Bey bu durumu onuruna saldırı kabul edip, bu komutanlığa gerek olmadığını, geri göndereceğini söyler. Komutan ve jandarmasını Kütahya’ya gönderir ve cephe komutanına karşı isyan eder. Durumu öğrenir öğrenmez anında verdiğim karar şu oldu: “Ethem Bey’le, yanıma birkaç arkadaş alıp, ertesi gün Eskişehir’de İsmet Bey’le görüşürüz.” dedim. Olay Genelkurmay Başkanlığı ve Bakanlar Kuruluna aksetti. Ancak kendilerine: “Bu olay resmiyete geçerse, hükümet gibi hareket etmek gerekir. Oysa yakışıksız bir olaydır.” diye uyarıda bulundum. Arkadaşlar da uygun gördü. Ertesi gün Ethem Bey’e, Reşit Bey’e, Eyüp Sabri Bey’e, Hakkı Behiç Bey’e, Celal Bey’e haber gönderdim. Reşit Bey’e; “Senin kardeşin düşman karşısında silahlı olarak isyan etmiştir, bunun cezasının da ne olduğu bilinmektedir.” dedim. Ethem Bey gerçekten hasta idi. “Dr. Adnan Bey vagon korumalı ve sobalı olursa gidebilir.” dedi. Kendi kompartımanımı Ethem Bey’e verdim. İsmet Bey’in karargahı olan Bilecik’e gitmek gerekiyordu. Gece hareket ettik. Ertesi gün Ethem Bey yolculuğa devam edemeyecek durumda olduğu için İsmet Bey’den Eskişehir’e gelmesini rica ettim. İsmet Bey; “Düşman cephesinde bir sorun görüyorum, geçici de olsa cepheden ayrılmayı sakıncalı görüyorum.” dedi. Düşman çekilmeye başlayınca, ben kendisini Bilecik’ten alıp getirdim.
İsmet Bey’e; “Sizin cephenizde bir şeyler olmuş, onu anlamaya çalışacağız.” dedim. “Bir şey olduğunu şimdi anlıyorum.” diye yanıtladı. Daha sonra olaylarla ilgili düşündüklerini birer, birer anlattı. Kaçak olayını, casus olayını, Simav ve civarı kumandanlığı olayını anlattıktan sonra buna bir iki şey daha ekledi. Düzce’de hükümetin mührünü bozup tütünleri alıp gitmişler. Sonra durum maliye tarafından İstiklal Mahkemesi’ne verilmiş.
Bir şey daha anlattı. İsmet Bey komutayı aldıktan sonra Ethem Beyle ilk görüşmelerinde: “Amaçta başarılı olmak için tek çözüm, düzenli bir ordu oluşturmak görüşünde misin?” diye sorduğunda, Ethem Bey: “Evet.” demiş. O zaman el ele verip bu amaçla çalışmayı teklif etmiş.
İsmet Bey; “Ben kimseyi şikayet etmedim. Benim cephemde bir kıta komutanı bana karşı isyan etti. Verilen emre uymadığında henüz önlemlerimi kullanmadım. Eğer önlemlerimi kullanır da başarılı olmazsam, o zaman şikayet ederim. Komutanlık böyle danışmayla, konuşmayla olmaz. Hasta olan Ethem Bey’in yanına giderim. Durumunu sorduktan sonra, senin bu budala kardeşin ne yaptı? Haydi git komutayı al derim.” Kendisine, “Biz buraya senin yetkine karışmak için değil, arkadaşça çözümlemek için geldik, rica ederim konuşalım.” dedim.
Reşit bey ise İsmet Bey’e ve bizlere karşı saldırgan bir şekilde konuştu. Kendisine bir öneride bulundum. “Tevfik Bey isyan etmiştir, aslında o komutan değildi. Reşit Bey komutayı sen al. Geri gönderilen Simav komutanı yerine gitsin. Verilen emirler yerine getirilsin, bir daha olay olmasın.” Reşit Bey; “Ben oraya gidersem yenilirim, Tevfik giderse yenilmez.” dedi. İsmet Bey düşünüp; “Eğer kazanmak ve kaybetmek Tevfik Beyin şahsına bağlı ise kabul ediyorum, kalsın.” dedi. Ancak bu olay konuşulurken Reşit Bey yine tartışma çıkardı. Bunun üzerine: “Buraya Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kararını iletmek için gelmedim. Eski bir arkadaşınız Mustafa Kemal olarak ve anlaşacağınızı düşünerek geldim. Benim durumum zorlaşıyor. Ben Büyük Millet Meclisi Başkanıyım. İsmet Bey, ben kimseyi şikayet etmedim diyor. Şikayet ettiğinde konu bize gelince, uzun konuşuruz.” dedim. Yeniden oturup konuştuk. Reşit Bey, Kazım Beyle Kütahya’ya gidip orada sorunu çözeceklerini söyledi. Geldikten sonra Ethem Bey Batı ordusuna rapor vermeye başladı. Reşit Bey de bu olayın sona erdiğini yazdı.
Olay çözümlendi diye mutlu olmuştum ki, acele etmişim. Kütahya’ya gitmiş olan Reşit ve Kazım Bey Ankara’ya döndüler. Bakanlar Kurulu toplantısı devam ettiği sırada İzzet Paşa beni aradı. Kırk, elli milletvekilinin cephe ile ilgili bir kısım olaylar hakkında görüşmek istediğini iletti. Kendisine böyle bir usul yoktur. Siz de ben de milletvekiliyiz, herhangi bir konuda benimle görüşebilirsiniz dedim. Bir gün sonra geldi, soruları ve istekleri özetle şöyle idi: “Batı cephesinde komutan anlaşmazlığı varmış, durum nedir? Bu anlaşmazlıklar nasıl ortadan kaldırılır? Milli kuvvetlerin kaldırılmasına Bakanlar Kurulu karar verdi mi? Birinci Gezici Kuvvetlerin kaldırılmasına Meclis karar vermelidir.”
Reşit Bey Eskişehir’de görüşürken; “Gezici Kuvvetler kesin olarak genişleyip, varlığını koruyacaktır.” diye söylemiş. Bu tür bir istek kabul edilemez. Bakanlar Kurulu genel olarak milli kuvvetlerin kaldırılmasına karar vermiş değildir. Antep, Adana, Mersin cephelerinde savaşanlar milli kuvvetlerdir. Ancak, çapulcuların kaldırılmasına karar verilmiştir. Ordu kadrosu içindeki Birinci Gezici Kuvvetlerin kanuna uygun olmayan ve hükümete saldırgan davranışlarına izin verilemez.
Reşit Bey’le görüşmeye giderken, Celal Bey’le Adnan Bey geldiler. Celal Bey birçok telgraf gösterip; “Biraz önce Reşit Bey’le karşılaştık. Bunları Paşa’ya gönder, ne yaparsa yapsın, halletsin. Kendim gidemem hayatımdan korkarım dedi.” diye açıkladı. Birlikte okuduğumuz telgraf haberleşmesi, Kütahya’dan Ethem Bey’le Reşit Bey arasında oluyor.
Ethem Bey: “Sorunu Meclis’te çözümletiniz.”
Reşit Bey: “Meclis’e götürmüyorlar.”
Ethem Bey: “Aşırı istekleri yüzünden dünyayı gözden çıkarmaya hazır olan Refet Bey henüz iş başındadır. Eğer onun Meclis aracılığı ile iş başından uzaklaştırılması olanaklı değilse, hemen iş başından çekiniz. Düzce’de Sarı Efe’ye haber gönderin kuvvetlerini toplasın, Gökbayrak taburuna haber gönderin.”
Reşit Bey: “Ben buradan haber gönderemem, sen emir ver. Eğer seni görüştürmezlerse isyan et.”
O sıralar Kazım Bey, Reşit Bey’le karşılaşmış ve alıp getirmiş. Baktım Reşit Bey hasta, mecnun gibi olmuş. “Bu şekilde heyecanla bir şey çıkmaz, otur ne istiyorsan söyle. Dünyada çözümlenmeyecek olay yoktur.” dedim. “Hayatımdan endişe ediyorum.” diye yanıtladı. “Bu heyecanınız nedir? Ne oluyor?” diye sordum. “Komutanları değiştirip, Refet Bey’in yerine beni yapın.” dedi. “Bunlardan bahsetmeyiniz, olmaz.” diye yanıtladım. Görüşmelerden bir sonuç çıkmayınca: “Siz gidiniz, ben akşama kadar düşüneyim.” dedim.
Cephe ile görüştüğümde İsmet Bey; “Eğer bunlar benim elimdeki kuvvetlerin toplu bulunmasından korkuyorlarsa, Kazım Bey’e bizim ve onların güveni vardır. Kazım Bey onların kuvvetlerini de alsın Kütahya’da kalsın. Elimdeki birliklerden bir kısmına da Kazım Bey’in emrine verelim. O zaman onun kuvveti benim kuvvetimden çok olacaktır ve aramızda Kazım Bey bulunacaktır.” Kazım Beyle bir gün sonra buluştuk, prensip olarak kabul etti.
Bizim tüm iyi niyetli, içtenlikle, kardeşlikle girişimlerimiz olurken; Ethem Bey’in, Tevfik Bey’in, Reşit Bey’in, Hacı Şükrü Bey’in ve Gezici Kuvvetlerin, gizli bir takım girişimleri vardır. Kuvvet toplamak için işaret verilmiştir. Ayrıca Yörük Ali Efe, Demirci Efe, Gök bayrak Taburuna şifreli telgraflar, adamlara özel mektuplar gönderilmiştir. Bunlar Hükümetimiz aleyhine özendirilmişlerdir. Elimizde “Türkiye Komünist Partisi” adına teşkilat yapmak üzere Ethem Bey’in verdiği belge vardır. Subaylara ve özellikle erlere yaptıkları propagandalarda; “Ethem Bey’le silahlı çatışma olduğunda askerler Ethem Bey’den yana geçsinler.” deniliyor. Bu adamlardan bazıları bana gelerek durumu anlattılar, adları bende saklıdır. (Mücahit, muhterem kardeşim Yörük Efeye ... diye başlayan Kütahya’dan Ethem Bey tarafından yazılan mektubu okur.)
Demirci Mehmet Efe’ye önce adam gönderiliyor, sonra Ethem Bey tarafından telgraf başına çağrılıyor. Demirci Efe telgraf başında Ethem Bey’e diyor ki; “Refet ortadan kalkmadıkça hiçbir olay çözümlenemez. Sen Refet’in önerilerine göz yum, ancak kuvvetini topla ve konumunu al.”
Diğer yandan Ethem Bey bana telgraflar gönderiyor ve devamlı olarak yaranmaya çalışıyor. Ancak bugün aldığım raporlar vardır. Ethem Bey, arkadaşları ve kardeşleri yeni bir hükümet kurmaya kesin olarak karar vermişler. Ethem Bey bu durumu kendisi ile görüşen çok güvendiğimiz bir arkadaşımıza söylemiştir.
Bu olayı kesin şekilde çözmek için Reşit Bey’i ve konunun iyi niyetle çözülmesini isteyenleri çağırdım. O heyette Reşit Bey, Celal Bey, Emir Paşa, Yunus Nadi Bey, Kılıç Ali Bey, İhsan Bey, Vehbi Bey’le birlikte on beş kişi vardı. Bu şahısların yanında olayı detaylı şekilde anlattım. Reşit Bey söylediklerimi kabullendi. Bunun üzerine dedim ki; “Hükümet ve ordu kuvvetlidir, kararını verdiğinde, yerine getirir. Biz burada olayı sevgi bağı ile çözmek istedik, ancak bundan sonra aynı şekilde devam edemeyiz. Olayı kabullendiğinize göre yapılacak şey; Hükümetin ve Büyük Millet Meclisi kanunlarına, emirlerine uymaktır. Bu gerçeği kardeşlerinize anlatın.” Artık kişisel görevimin sona erdiğini söylediğim için durumu Bakanlar Kurulu’na sundum.
Bakanlar kurulu kararı şöyleydi: “Birinci Gezici Kuvvetlerin kayıtsız şartsız Büyük Millet Meclisi Kanunları’na ve Hükümetin emir ve düzenine uymakla yükümlüdür. Bu konuda yetkili Genelkurmay Başkanlığı’dır. Bu askeri bir olaydır, gereğini o yapar.”
Oysaki diğer yandan Gezici Kuvvet Komutanı Ethem Bey imzası ile Batı Ordu Komutanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’na açık telgraf yazılmıştır. (Okunan telgraf ve yazılar zapta geçmemiş). Efendiler; elhamdülillah hükümetimiz kuvvetlidir. Ordumuz güvene layıktır. Büyük Millet Meclisi’ne saldırıp, hücum edenlere bu Meclisin kanunları uygulanır. Hükümetimizin bu kanunları uygulamaya gücü yeterlidir. Bu açık telgraf üzerine Genelkurmay Başkanlığı anında, “Ethem Bey’i komutanlıktan alınız ve onunla ilgili olarak kanuni işlem yapınız.” emrini vermiştir. (Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuşmasından sonra başkan oturumu kapatır).
(Ertesi gün Çerkez Ethem olayı ile ilgili birçok milletvekili söz alır. Saruhan Milletvekili Mahmut Celal Bey (Bayar) Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı konuşmaları yineler ve tanık olduğu olayları anlatır. Milletvekillerinden bazıları yaptıkları konuşmalarda, hükümetin silah patlatmadan olayı çözmesini, bazıları Çerkez Ethem’ in affedilmesini, bazıları, çok ağır cezalandırılmasını isterler. Bir milletvekili, bu olay bir buçuk aydır devam ettiğine göre, olaya başlangıçta neden el atılmadığını sorar. Bu konuşmalar üzerine Mustafa Kemal Paşa yeniden söz alır.)
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara): Olay tüm detayları ile yüce heyetinize sunulmuştur. Son durumda ordu, Birinci Gezici Kuvvetlerin gerçekten zararlı hale gelmemesi için, gereken önlemleri almaya başlamıştır. Önerileriniz verilen emirlerin ertelenmesine neden olacaksa, Bakanlar Kurulu sonucuna ait sorumluluğu yüklenmiş olacağı için, kabul edilmeyecektir. Ancak gerçekte bu olay daha hızlı, daha kolay çözümlenecekse uygulansın.
Silah patlamadan çözümlemek için, bir buçuk aydan bu yana geceli gündüzlü çalışmaktayız. Hatta ordunun bir kısmı bu olayın çözümlenmesi için hazır bulunduğu için, düşmanla uğraşmadı. Bu nedenle olayın daha çok uzamasına olanak yoktur. Batı Ordu Komutanı İsmet Bey bu tür bir olasılığı ortadan kaldırmak için Ethem Bey’e haber verip Kütahya’yı ele geçireceğini bildirdi. Gezici Kuvvetleri oradan çekmesini istedi.
Efendiler çok acıklı bir durum karşısındayız. Şayet bir Hükümet varsa yaptırımını göstermelidir. Ancak Hükümetin dayandığı kuvvet yoksa, Birinci Gezici Kuvvetler Komutan’ının diktatörlüğünü kabul etmek gerekir. Demirci Efe, Yörük Ali Efe, Gök Demir arasında taşkınlık eden Ethem Bey ve kardeşleridir. Oraya gönderdiğimiz iki güçlü komutanın aldığı önlemler sonucu; “Artık ben yoruldum, göstereceğiniz yerde dinleneceğim.” dedi. Korkuya gerek yoktur. Kütahya sakin şekilde ele geçirilmiştir ve bir olay olmamıştır. Ethem Bey Gediz’e çekilmiştir. “Ethem Bey iyi adamdır diyorsunuz.” Gerçekte öyle değildir. Ethem Bey eşkıyadır. İdare edilerek kullanılıyordu. Eşkıya, daima eşkıyadır.
Bir milletvekilinin Mustafa Kemal Paşa hakkında öven sözler söyledikten sonra Çerkez Ethem ve kardeşlerinin af edilmesini istemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa yeniden söz alır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) – Arkadaşlar Batı Ordusu’nun tamamının Kütahya’ya girdiğini bildiren telgraf aldık. Güney Ordusu’nun önemli kuvvetleri Altuntaş’ta bulunuyor. Demek ki Birinci Gezici Kuvvetler dar alanda kalmıştır. Şu ana kadar karşılıklı çatışma olmadı. Bundan sonra da karşılıklı çatışmamaya çaba gösteririz. Ethem Bey, Reşit Bey, Tevfik Bey ile ilgili yasal hükümler çok ağırdır. Ancak bu kararları vermek ve bunları affetmek yüksek heyetinizin yetkileri içindedir. Bu gece Genelkurmay Başkanından rica edeceğim. Ordu komutanları ile durumu görüştükten sonra, kendilerine iyi niyetle bazı önerilerde bulunabilirler. Kuşkusuz komutanlıktan çekilmeleri zorunludur. Komutanlığı bıraktıktan sonra hayatlarının korunacağına kefil oluruz. Kendileri sakin, olgunlukla teslim olmalıdır. Kuvvetlerini dağıtmayı düşünmüyoruz. Arkadaşlarında söyledikleri gibi onlar suçsuzdur. Başlarına biri geçip komuta eder.
Demirci Efe koşulsuz olarak teslim olmuştur. Demirci Efe olayı, bu olaya göre daha hafiftir. Bir kısım cinayetleri, cahilliği ve aymazlığı vardır. Ancak son durumda esas cinayet işleyen Ethem Beydir. Ordu kuvvetleri Demirci Efe’nin etrafını kuşattığında, silahla karşılık vermedi. Ordu bunların silahlarını aldı, içlerinde asker olanları birliklerine gönderdi. Demirci Efe birkaç kişi ile kaçtı, ancak daha sonra teslim oldu. Bu insan Büyük Millet Meclisi’ne saldırmamıştır. Cinayetlerin İstiklal Mahkemesi tarafından görülmesi gerekir.
Ethem ve kardeşleri, yandaşlarıyla Yunan birliklerine katılır. Bir gün sonra da Yunan ordusu saldırıya geçer.

Hiç yorum yok: