14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH : 24 ARALIK 1921

VELİAHT ABDÜLMECİT EFENDİNİN MECLİS BAŞKANLIĞI’NA GÖNDERDİĞİ MEKTUP İLE İLGİLİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONUŞMASI:
(Şehzade ve son halife Abdülmecit Efendi 8 Ağustos 1920 tarihinde şunları söyler: “Anadolu hareketi cahilce, haince ve canavarcadır.”)

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) – Arkadaşlar, Şehzade Abdülmecit Efendi Hazretleri bundan önce bana bir iki mektup gönderilmişti. İçindekiler kesin ve açık olmamakla birlikte, istekleri parasaldı. Kendisine gönderdiğim haberde; “Şahsımın hiç bir önemi yoktur ve şahsımla ilişki hiç bir yarar getirmez. Siz milletimizin temsilcisi olan Meclisi tanıyıp, onunla ilgilenmelisiniz.” dedim. Bugün mektup doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na gelmiştir. Gelen mektupta “Büyük Milli Meclis” sözü kullanılmıştır. Buna karşı yapılacak işlemi gizli oturumda görüşmek yararlı olur. (Mektup okunur).
Efendiler, bu mektubun okunması çok yararlı oldu. Bugüne kadar Büyük Osmanlı ailesi ile Meclisimiz arasında, olumlu görüş söz konusu olmamıştı. Mektup bana göre bu konuda bir ilk olması bakımından yararlıdır.
Bana göre buna gerektiği gibi akla uygun bir cevap vermekte hem yarar, hem de zarar vardır. Zararı nedir? Bilindiği gibi yüce heyetiniz ve bütün millet düşmanla çarpışırken, Padişah ve etrafındakiler, bu milleti vazgeçirmek için birlikte çalıştılar. Milletin içine bin türlü karışıklık tohumları saçarak onları ayaklandırıp, isyanlar çıkarttılar. Yüce Meclisimiz bu gibi isyanları çıkaranlar ile ilgili zorlayıcı önlemler almış ve sonuçta çok kan dökülmüştür. İki yıllık olaylar ve Yüce Meclis’in yiğitliği artık, bizim dışımızda karar verebilecek başka bir kuvvet olmadığını ortaya koydu. Allah’a şükür başka yerlerden gelecek kötülükleri millet anladı ve bunları önledi. Gerçekler anlatıldığında, millet sağduyusuyla akla uygun şekilde davrandı. Şu anda bu mektuba verilecek cevap, İstanbul’a kuvvet sağlayacaksa ve millet üzerinde karışıklığa sebep olacaksa zararlıdır. Bu durum esas alındığında, mektubu göz önüne almamak uygun olur. Millet bütünüyle bağımsızlığını elde ettikten sonra bu konu ele alınabilir.
Mektupta biraz önce söylediğim gibi Türkiye Büyük Millet Meclisini tanıyor. Milli Meclisimiz diyor, resmen de ona yazıyor. Oysa ki hilafet ve saltanat makamında oturan kişi bunu kabul etmiyor. Veliaht onların içindedir ve bu kişiye istedikleri kötülüğü yapabilirler. Herkesin bildiği gibi bir zamanlar kendisini gözaltına aldılar, evini dağıttılar. Bu duruma karşı açıkça yüce Meclisinizce okunmasını istediği bu mektubu göndermiştir. Demek oluyor ki kendine olacaklara önem vermiyor. Ancak benim aklıma geldiği gibi; Mektubun içindeki yazılanlardan Padişahın bilgisi yok mudur? Acaba İngilizlerin bilgisi yok mudur?’ Belki vardır, belki yoktur. Eğer bilgileri yoksa mektup sahibi için tehlike söz konusudur. Eğer bilgileri varsa, onlar da bu yola girmek istiyorlar gibi yorumlanabilir. Şu anda mektup okunduğunda doğal olarak ne yaptınız? Anında alkışladınız. Eğer açık oturumda mektup okunsa idi, yine alkışlayacaktınız. Bu durum incelenmeden millete anlatıldığı zaman, onlar da vekillerinin yaptıklarını yapacaklardı. O halde bu mektubu yazmakta amaç; Millet ve Meclisimiz üzerine etki yaparak, uyutulmak üzere bulunan bir konuyu canlandırmak olabilir. Ancak yüce Meclisin alacağı karar, mektubu lehimize de, aleyhimize de çevirebilir. Yazılacak mektup okunduğunda, bunun cevabı herkesin beynine yazılmış olacaktır.
Efendiler; mektupta; “Türkiye Büyük Millet Meclisi için, bizim de Milli Meclisimizdir.” diyordu. Biz de söylemek istediklerimizi kendilerine iletiriz. Bu surette Yüce Meclisimiz, bu tür bir sorun karşısında nasıl karar aldığını millete göstermiş, millet de tavrımızı öğrenmiş olur. Bu nedenle mektuba cevap vermek yararlıdır.
Biz önceden: “Konuyu gizli oturumda görüşüp, daha sonra açık oturumda halka açıklamak gerekir.” diye düşündük. Açık oturumda, gelen evrak şeklinde okuduktan sonra da, buna uygun bir cevap yazılmak üzere Meclis Başkanlığı’na gönderilir. Konu ile ilgili artık söz edilmez. Sessiz bir şekilde dinlenir, yalnızca cevap yazılsın demek uygun olur. Hazırladığımız yazı taslağı için, akla gelen bir şey varsa düşüncelerinizi şu anki gizli oturumda bildirebilirsiniz.
Anadolu’ya geçmek isteyen Abdülmecit Efendinin oğlu Ömer Faruk Efendi’yi tanırım. Bana yazdığı mektuplarda diyordu ki: “Ben gelir gelmez, şartlarımı belirleyin.” Onun doğrudan amacı, halife ve padişah olmaktır. Bunun olanaksızlığı kendisine söylenmiş olmasına karşın, kafasına koymuş. Oysa ki Ömer Faruk Efendi’yi buraya getirip Halife veya Padişah yapmamız söz konusu değildi. “Bu nedenle görevinizi en iyi şekilde İstanbul’da yaparsınız.” demiştim.
Ona; “Gider gitmez oldu bittiye getirirsin. Millet her şeyi unutur. Büyük gösterilerle sizi Padişah yaparlar.” demişler. Buna güvenerek onayımı almadan gelmiş. İnebolu’ya çıktığında bu göreve geleceğinden umutluydu. Durumunu İstanbul’a bildirdiğine göre, Padişah veya babasının onayı ile geldiği anlaşılıyor. Kendisini geri gönderdim.
(Bu konu görüşüldüğü sırada söz alan milletvekilleri Abdülmecit Efendi’nin lehinde ve aleyhinde konuşmalar yaparlar. Bir kısım konuşmalar gürültü nedeniyle anlaşılmaz. Bazı milletvekilleri mektubun Bakanlar Kurulu tarafından cevaplandırılmasını ister. Bir milletvekili, İstanbul işgali sırasında Mehmetçiğin kurşunu ile yaralanan İngiliz’e, geçmiş olsun diye hastaneye giden kişinin bu mektubu yazan kişi olduğunu söyler. Bir milletvekili; bu mektubun cevabı: “Aleykümselam” der. Bir milletvekili ayet okur. “Selam, aleykümselam.” diyerek konuşmasını bitirir. Bir milletvekili “Mektupta atalarımın mezarına saygı gösterdiniz, düşmanın birini defettiniz teşekkür ederim demek istiyor.” der. Diğeri “Ne kızı vermeli ne gelenleri küstürmeli” şeklinde cevap verilmesini ister. Bir milletvekili de, Abdülmecit Efendiyi iyi tanıdığını, onun aklına bir şey geldiğinde o dakikada yazdığını, ertesi gün onun aksini yaptığını söyler. Bir milletvekilinin verdiği; görüşmenin yeterliği ve bu mektuptan yalnızca gizli oturumda bilgi alınmakla yetinmesi şeklindeki önergesi oylanıp, kabul edilir)
(Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Kasım 1922 tarihli oturumda Abdülmecit Efendiyi halife seçer. Halife seçildikten sonra “Halife-i Müslimin” yerine “Halife-i Resulullah” ve babasının adı nedeniyle de “Han” unvanını kullanır. Bir süre sonra Halifeye bağlılık gösterileri başlar. Cumhuriyet ilan edildikten sonra basında Halife lehinde yayınlar yapılır, Atatürk’ün hasta olduğu yazılır. 3 Mart 1924 tarihinde Halife Abdülmecit Efendi görevden uzaklaştırılır ve Hilafet makamı kaldırılır. Hilafet kaldırıldığında Din Bilgini Antalya Milletvekili Rasih Efendi Mısır dönüşü Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Gezdiği ülkelerde müslüman halkın kendisini Halife olarak görmek istediğini söyler. Mustafa Kemal Paşa kabul etmez).

Hiç yorum yok: