14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH: 8 ŞUBAT 1921

SADRAZAM TEVFİK PAŞA’YA ÇEKİLEN TELGRAF KONUSUNDA MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN KONUŞMASI:

İstanbul’a yazılacak bildirinin yazı taslağını, önceden alınan karar yönünde Meclis Başkanlık Divanı yapar. İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Bey kaleme alır ve mecliste okur. (Okunan bildiri Meclis zaptına geçmemiş.)
Burdur Milletvekili Mehmet Akif Bey, Şair Sadi’nin “İnsan her zaman doğru söylemelidir, ancak her doğruyu her zaman söylememelidir.”, sözleriyle başladığı uzun konuşmasında, okunan bildirinin bazı kısımlarını eleştirir. Sevr Anlaşması’nı dini hukuka uygun bulmaz. Ancak Yüksek Osmanlı ailesinin seçkin yerinin korunmasını çok gerekli görür. (Zabıtta ki kendi sözleriyle: Hanedanı Ali Osman’ın bu mevkii mümtazı muhafaza edebilmesi için elzemdir). Bildiri taslağında ekleme ve çıkarmalar yapılmasını isteyen birkaç milletvekilinden sonra Mustafa Kemal Paşa söz alır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara)- Arkadaşlar, Londra Konferansı’na çağrı nedeniyle iki olayla karşı karşıya kalmıştık. Bunlardan biri delege heyetini gönderme şekliydi. Sanıyorum ki bu olay çözümlenmiştir ve Londra Konferansı’na giden delegelere, ulusal anlaşma maddelerine bağlı kalınması önerilmiştir.
İkinci konuya gelince: İstanbul’la aramızda temaslar başladı, ancak yazışmalar önemli bir noktada durdu. Bilindiği gibi Meclis Başkanlığından ve Bakanlar Kurulu Başkanlığı’ndan çekilen telgraflara, Tevfik Paşa’dan gelen son yanıtta, izlenmiş olan yasal yolların hiçbiri kabul edilmediği gibi, bizi tarih ve vicdanımızın yargılayacağını söylüyor. İşte bu yazışmalar üzerine Bakanlar Kurulu konuyu Meclise sundu. Meclis aynı gün çok akılcı şekilde, yanıt vermeyi kararlaştırdı. Ancak üzülerek söylüyorum ki, verilen o kararın hemen yerine getirilmesi gerekirken, bugüne kadar zaman geçti.
Efendiler, dört saat içerisinde politikada birçok değişiklik olabilir. Delegelerin isimleri belirlendiğinde, kararın gerektirdiği işlemlerden biri olarak, doğrudan Anlaşma Devletlerine (Düveli İtilafiyeye) bir kısım notalar verildi. Bu arada İstanbul ile olan ilişkilerimizde bir kısım karışıklıklar oldu. İstanbul buradaki Meclisi tanımadı. Onlar yalnızca isyan etmiş bir Mustafa Kemal tanıyordu. Ona da dedi ki: “Korkma ben seni affettim, cezaların kaldırılmıştır. Bundan dolayı yasal hükümet benim.” Sonra bu doğrultuda emirler vermeye başladı. Yüce Meclis, ulus adına son ve kesin kararını bildirmek zorundadır.
Burdur Milletvekili Akif Bey kardeşimizin yazdıklarında bazı önemli değişiklikler yapılması gereğini görmekteyim. “Sevr Anlaşması’nın kimi maddelerini kabul etmektense, Sevr Anlaşması’nın tümünü değiştirmek gerekir.” diyor. Bunu Büyük Millet Meclisi’nin bildirgesine koymak diplomatik bir hatadır. Biz Sevr Anlaşması’nı kabul etmediğimizi ilan ettik ve bu görüşte olduğumuzu birbirimize söylüyoruz. Tavrımızın kesin anlatımı, baş delegemizin konuşması ile yapılacaktır.
Yine yazısının ikinci sayfasında “... Bugün yararımıza gelişen durumdan yararlanmak için koşmak, tüm devlet kuvvetleri için hayati bir görev iken, İstanbul’un farklı davranışına göz yumarak...” deniyor. Efendiler durum bu şekilde değildir. Allah’a şükür çaresiz durumda, ya da koşma durumunda değiliz. Henüz bize yapılan önerinin ciddiyetine güvenimiz yoktur. Biz koşmuyoruz ancak, hukukumuzu dünyaya ilan etmek için yolumuza devam ediyoruz. Daha sonra deniliyor ki; “Bugün İstanbul’un üzerine düşen en önemli görev, hemen Büyük Millet Meclisi’nin yasallığını onamak ve konferansa delege gönderme hakkının sadece bu Meclise ait olduğunu ilan etmektir.” Efendiler bu Meclis yasaldır ve bunu kimseye onaylatmak gerekmez. Tanınması için Tevfik Paşa’ya ricaya ihtiyacımız yoktur. Bunu bildirgeye yazmak, giden heyeti sıfıra indirmek demektir. Sonra Padişah ve Halifelik anlatılırken, Papalık sözü kullanılmıştır. Papalık benzetmesinin heyetimizce kullanılmasını arzu etmem.
Devamındaki bir kısım açıklamalarda: “Sevr Anlaşması’nı kabul etmeye İslam hukuku izin vermez. Edilirse yüce Hilafet makamı devre dışı bırakılır.” deniliyor. Sevr Anlaşması zaten kabul edilmiş ve hilafet makamı devre dışı bırakılmış durumdadır.

Bildiğiniz gibi 22 Temmuz 1920 tarihinde padişah VI. Mehmet Vahdettin başkanlığında toplanan Saltanat Şurasında[1], padişah Sevr Anlaşması’nı şahsen ayağa kalkarak kabul etmiştir. Hilafet Makamı aslında devre dışı kalmıştır. Biz bunu şu anda açıklamak istemiyoruz, onun da zamanı gelecektir.
Yine, Padişah Büyük Millet Meclisi’ni onaylasın isteniyor. Oysaki padişah İstanbul’da düşman süngüsü altındadır ve karar verme olanağı yoktur, yani tutsaktır. Bu nedenle bizim Meclisimizi bir tutsak onaylayamaz. Tanımak başka, onaylamak başkadır. O zat ancak Meclisi tanıdığını, kabul ettiğini ilan edebilir.
“...Bugün idareten anlaşalım, sonra aramızda anlaşma daha kolay olur deniliyor...” Efendiler şu anda iki kişi konuşmuyor. Bir ulusla bir şahıs (padişah) konuşuyor. Bildiğiniz gibi “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.” (Hakimiyet bila kaydü şart milletindir.) Artık bunda pazarlık hakkı bizde değildir. Aksi halde inancımızda kuşku ve değişiklik olduğunu ilan etmiş oluruz. Bu nedenle hiç kimse ile pazarlığımız yoktur. Akıl, mantık üzerinde ve yasal zeminde bulunuyoruz. Dışına çıkmak doğru değildir.
Son sayfada “...bu şekilde var olan ikilik ortadan kalkar.” şeklinde anlatımlara yer verilmiştir. Efendiler biz ikilik var demedik ve demeyiz. Biz tam birlik içindeyiz, ikilik olduğunu söyleyenler onlardır.
Ben yeni bir öneri sunmak istiyorum. Yüce Meclis’in kararı olarak, Tevfik Paşa’nın son telgrafına verilecek yanıt, iki üç madde şeklinde kısa yazılırsa çok yerinde olur. Kararlar öz olarak saptanır, Bakanlar Kurulu uygun şekilde ulaştırır.
(Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasından sonra gizli oturumda, 1921 yılı bütçe görüşmeleri başlar. Bakanlar Kurulu tarafından 109 milyon olarak meclise getirilen bütçe tasarısı, bu miktar karşılığı olmadığı için tartışmalara neden olur. Meclisten üç kez Bakanlar Kurulu’na geri gönderilir. Yapılan düzeltmeler sonucu bütçe 92 milyona indirilir. Bütçenin 56 milyonu Milli Savunmaya, 36 milyonu diğer daireler için ayrılır.
Bütçenin kabulünden sonra Bakanlar Kurulu Başkanı Fevzi Paşa Yunan saldırısı ile ilgili Meclise geniş bilgi verir. Sayı ve silah gücü Türk ordusuna göre fazla olan Yunan ordusunun asker kaybı daha fazladır. 1921 yılı temmuz ayında Türk ordusunun kaybı 5-6 bin, Yunan ordusunun kaybı 10 binden fazladır. Henüz düzenli ve yeterli silahı olan bir ordu kurulamamıştır. Bu nedenle daha fazla asker kaybına neden olmamak için ordumuz geri çekilmektedir. Bu arada düzenli ve disiplinli birlikler oluşturmak için çalışma yapılmaktadır. Ancak Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi, Milli Mücadeleye karşı olan din adamlarının, düşmanların ve padişahın yandaşlarının aleyhte yaptıkları propagandalar sonucu cepheye gönderilenlerden bir kısmı kaçmaktadır. Bakanlar Kurulu, Yunan ordusunun Ankara’ya yürüyeceğini düşünerek Meclis toplantılarının Kayseri’de yapılmasını kararlaştırır. Konu Mecliste yoğun tartışmalara neden olur.
Meclis aldığı bir kararla cephedeki durumu incelemek üzere üç milletvekili görevlendirir. İncelemeler sonucu cepheden dönen milletvekilleri birlikte hazırladıkları raporu Meclise sunarlar. Aslı oldukça ayrıntılı olan raporda özetle şu konulara değinilmektedir; “24 saat içinde 84 km. yol yürüyen askeri birliklerin bir kısmının çarığı var, bir kısmı çıplak ayaklıdır. Bazı yerlerde su yok, bazı askerlerin mataraları eksik. Ordunun % 20 sinin süngüsü yoktur. Kılıçsız süvari bir şey yapamaz. Cephedekiler dört aydır aylık alamamışlar. Alay komutanlarının tabakasında tütün yoktur, erler ot içiyorlar. Gerek subaylar, gerekse erler, ailelerinden mektup alamadıklar için şikayetçiler. Erlerin %80’inde elbise yoktur. Kendilerinin evlerinden giyinip geldikleri elbiseler de eskimiştir. Çadırları yoktur, hiç değilse portatif çadır sağlanmalıdır. Ordunun içerisine Yunan casusu sokulduğu söyleniyor. Ordu namaz kılmayı yasakladı diye propaganda yapılmış, gerçekte ise; orduda kimseye namaz kılma diyen yoktur. Ayrıca ordu geri çekildiği sırada yeteri kadar yiyecek, içeceğini alamamıştır. Komutanlar bu sebeple yiyecek, içecek yokluğundan şikayetçidir. Tarihin en önemli dakikalarını yaşıyoruz. Yapılacak şey, eleştiri yerine yurtta birliği sağlamak, Bakanlar Kurulu’nu güçlendirmek ve işi demir ellere bırakmaktır.”
Bu görüşmeler sırasında birtakım milletvekilleri Paşa’nın yetkisini arttırmak gerektiğini söyler).
[1] Pehlivanoğlu, A. Öner, Sevr, Lozan Anlaşmaları ve Avrupa Birliği, Kastaş Kitapevi, Ekim 2005,s.66-67. Saltanat Şurasının kabul ettiği Sevr Anlaşmasını için Bağdatlı Hamdi Paşa başkanlığında gönderilen üç kişilik heyet, 10 Ağustos 1920 tarihinde bu anlaşmayı imzaladı. B.M.M.nin 19 Ağustos 1920 tarihli açık toplantısında Sevr Anlaşmasını imza edenler ile Saltanat Şurasında anlaşmanın kabulü yönünde oy kullananlar vatan haini ilan edildiler.

Hiç yorum yok: