14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH : 1 MAYIS 1920

BOLU YÖRESİNDE AYAKLANMA, İZMİR CEPHESİ, ANZAVUR HAREKETİ, ADANA CEPHESİ VE SİYASİ OLAYLAR İLE İLGİLİ OLARAK MUSTAFA KEMAL PAŞA’ NIN KONUŞMASI:

Efendim, iç durumla ilgili olarak bilgi vermemi arzu etmişsiniz. Genel olarak bildiğiniz, içinde bulunduğumuz durumu anlatacağım. Önce Bolu ve çevresinden bahsedeceğim. Bildiğiniz gibi Nisan ayının on üçüncü günü Düzce’de bir ayaklanma meydana gelmiştir. Orada bulunan askeri birlik ve jandarmaya saldırıldı. Aslında az sayıda olan bu askerin silahları ellerinden alındı. Bir subay şehit edildi, birkaç kişi yaralandı.

Bu ayaklanmanın nedenlerini araştırdığımız sırada, aldığımız bilgiye göre bunun kışkırtıcıların; Düzceli Sefer, Vehap, Kamil ve Rifat Bey adındaki şahıslar olduğu anlaşıldı. Bunlar İstanbul’dan özel olarak, para ile görevlendirilmiş bir takım insanlardır.

Başsız kalan ve belirsiz bir takım cereyanlara sahne olan Bolu için, sadece kuvvet göndermek yetersiz olmuştu. Sevk ve idareye yeterli bir arkadaşın gönderilmesi zorunlu oldu. Bu amaçla saygıdeğer arkadaşlardan Hüsrev Bey’i (Gerede) görevlendirdik. Ayrıca önlem olarak Ankara’daki kuvvetlerimizi artırdık.

Geyve’deki kuvvetleri yola çıkardık, bu kuvvetler ayın 18’inde Adapazarı’na ulaştı.

Bir gün sonra, Beypazarı aşağı yukarı aynı nitelikte ayaklandı. Orada da halk kura çekip askere alınacak insanları aldatarak toplamışlar. İlk yaptıkları şey haberleşmeyi kesmek olmuş. Daha sonra orada bulunan silahları halka dağıtmışlar. Bu tarihte Mahmut Bey idaresindeki kuvvetler Adapazarı’na ulaştı. Beypazarı’nda ayrı bir kuvvet yoktu. Beypazarı’ndaki olayları bastırmak için az sayıda askeri birlik gönderildi.

Ayın 20’sinde Hüsrev Bey ve arkadaşları Gerede’ye varmak üzereydi. Hüsrev Bey’e uğradıkları yerlerle ilgili genel bilgi verilmişti. Ayrıca Gerede’ye önlem alınıp girilmesi gerektiği bildirilmişti. Aldığımız bilgiye göre, Gerede’de bu heyet coşkulu şekilde karşılanmış. Ancak içeri alındıktan sonra tümü tutuklanmış. Gerede, bu şekilde ayaklandı.

Ayın 21’inde Mudurnu, ayın 22’sinde Nallıhan ayaklandı. Ayaş’ta ayaklanma belirtisi görüldü.

Aynı günlerde Ankara’nın kuzeyindeki Yabanabat (Kızılcahamam) ayaklandı. Oraya da Düzce beylerinden biri gizlice çalıştıktan sonra halkı çeşitli şekillerde kandırıp toplamış. Hükümet binasına saldırıp kaymakam ve jandarma komutanını almışlar, orası da ayaklandı.

Ayın 25. nci günü Mihalıççık’ta da dıştan gelen kuvvetlerin etkisiyle, ayaklanma belirtisi görülüyor. Aynı gün Geyve’nin batısında bulunan Taraklı’yı telgrafla ayaklanmaya kışkırtıyorlar. Safranbolu’da hassaslık görülüyor. Gerede’nin doğusunda Mecidiye ayaklanıyor.

Özet olarak, ayın 13’ünden bugüne kadar, 19 gün içerisinde, Düzce’de patlayan bir ateş doğuya ve güneye yayılıyor. Genel olarak belli yerlerden idare edildiği anlaşılıyor. Önlemlerimizi uygulamaya devam ediyoruz. Alınan önlemler sonucunda Kastamonu’dan Safranbolu yönüne bir kuvvet yola çıkardık. Safranbolu’ya egemen olan bu kuvvet, olayların doğuya geçmesini engelledi.

Kastamonu’dan getirttiğimiz kuvvet, Çankırı yöresinde bulunduğu sırada Gerede ve Mecidiye ayaklanması meydana gelmişti. Hemen Çankırı’dan bu kuvveti ayırdık, batıya Çerkeş yönüne gönderdik. Kuvvetlerimiz Çerkeş’in batısına geçti ve Mecidiye’de yaptığı çarpışmada asileri yendi ve dağıttı.

Sıra ile izliyorum. Bugün kuvvetlerimiz Çerkeş’in batısında ve Gerede yönünde gidiyor. İlk olarak Kızılcahamam’da önemli bir ayaklanma yoktu. Az sayıda kişinin karışıklık çıkarması söz konusuydu. Bunu ortadan kaldırmak için küçük bir askeri birlik gönderdik. Bu birliğin hareketi orada haber alınır alınmaz karışıklık çıkaranlar hemen Kızılcahamam’dan ayrıldılar. Ancak hayli yıkıntı yapmışlar; Hükümet konağını, telgrafhaneyi, telgraf direklerini bozmuşlar ve evleri yakıp, yıkmışlardı. Bu nedenle henüz telgraf haberleşmesini sağlayamadık.

Ayaş ve Beypazarı olayı üzerine, Ankara’dan yola çıkan ikinci kuvveti haber almışlar. Oraya vardıklarında, halk kendilerinin kandırıldığını söylemiş. Bu durum bizce de doğrulandı. Artık Ayaş’la fazlaca uğraşmadık. Beypazarı’na ilk gönderilen kuvvet şehrin dış kısmında yer almak zorunda kalmıştı. Onun arkasından giden güçlü süvari birliğimiz, makineli tüfekle buradaki asilerle çatışmışlar ve kaçmak zorunda bırakmışlardır. Bir yandan da idari önlem alıp, Beypazarı kaymakamını zayıf gördüğümüz için yerine başka kaymakam gönderdik. Asiler yola getirildikten sonra yerel önlemleri, sivil idare görevi devraldı ve asker o yerlerden geri çekildi.

Mihalıççık’ ta 25 Nisan günü dıştan gelen asilerin saldırısına uğrayan dürüst ve yurdunu koruma çabası içerisinde olan insanlar, silaha sarılarak bu serserileri tutuklamışlardır. (Bravo sesleri) Kuvvetlerimizden bir kısmını doğuda Sarıköy istasyonuna indirdik, Mihalıççık’a gönderdik. Değerli bir subayın komutasındaki askerler, biraz önce takdim ettiğim kahraman insanları güçlendirdi. Beypazarı’ndan ayrılan kuvvetlerimizle asiler arasında çarpışma oldu. Asiler dağınık bir şekilde kaçtı, ortada sadece yumuşak başlı halk kaldı. Asker şehri sakin şekilde ele geçirdi. Bu askeri birliğimiz gönderilen başka kuvvetlerle güçlendirildi. Mudurnu yönünde hareket emri alan birlik, ilk olarak Göynük ve Taraklı’ya vardı. Geyve’ de bulunan kuvvet Binbaşı İbrahim Bey’in komutası altında doğuya doğru hareket etti. Asilerle uzun süre çarpışan bu kuvveti, bir parça daha destekledik. Sonuçta asiler dağıldı ve kaçtılar.

Genel durum gösteriyor ki; ayaklanma bir plan dahilinde yapılmaktadır. Nallıhan’da Arif Bey birliğinin elde ettiği belgelere göre Halife kuvveti adı altında kurulmuş gizli topluluklar var. Mutsuz olan halkı: “Siz halifenin kuvveti oluyorsunuz, onun için çalışacaksınız.” diye aldatıyorlar.
Aldığımız karşı önlemlerle bu akımları Çerkeş, Kızılcahamam, Mudurnu, Taraklı, Geyve sınırında durdurduk. Bu sınırın doğusuna ve güneyine yayılmasını önledik. Ancak bu durdurma, özünde hastalığı iyileştirmez, ocağı kökünden söndürmek gerekir. İzin verirseniz o önlemleri şu an ayrıntılarıyla açıklamak istemiyorum. Şimdiye kadar asilerin sonu ne oldu ise, bunların da sonu aynı olacaktır. Buna hepinizin güvenmesini rica ederim. (Allah muvaffak etsin sesleri).
Şimdi izin verirseniz İzmir cephesini anlatayım: Ayvalık, Ödemiş, Aydın sınırı düşmanlar tarafından ele geçirilmiştir. Bizim milli kuvvetlerimiz bu sınırın kuzeyindedir. İstanbul’un ele geçirilmesinden bugüne kadar, tarafların ufak tefek çatışmaları ve ara sıra birbirlerine yaptıkları akınlar dışında bu sınırda kayda değer hiç bir olay olmamıştır. Yunanlılar da hareketsiz duruyorlar.
Yunan kuvvetleri ile ilgili olarak elde ettiğimiz bilgilere göre, yaklaşık 110 bin kişi oldukları bilinmektedir. Yakında yaptıkları tören sırasında kuvvetleri gören arkadaşlarımızın açıkladığına göre, kargaşa içindedirler. Bir kısmı ise Arnavutluk ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlık üzerine Makedonya’ya gönderilmiştir. Buna karşılık bizim cephemiz (savaş bölgemiz) bildiğiniz gibi üçe ayrılmıştır. Buna kuzey cephesi, güney cephesi ve tüm cepheler diyoruz. Kuzey cephesi, Balıkesir cephesi demektir. Güney cephesi de Nazilli’dir. Başlangıçta tüm cepheler yalnız halk kuvvetlerinden oluşuyordu. Fakat önce güney, sonra kuzey cephesinde, ondan sonra tüm cephelerde kuvvetler askeri şekle dönüşmeye başladı. Komutanlar konusu da öyledir. Kuzey cephesi bölgesiyle birlikte bir komutana sahiptir. Salihli cephesinde ve Anzavur hareketi ile tüm millet ve memleketi kendisine gönülden bağlayan Etem Bey’dir. Nazilli cephesinde de Demir Efe ve diğer kahraman arkadaşlarımız bulunmaktadır. Burada genel komuta, yine değerli komutanlarımızdan Refet Bey yönetimindedir. Tüm kuvvetlerimiz, düşman kuvveti karşısında sarsılacak gibi değildir. Beklenmedik olaylar hesaplanmış değildir. Düşmanın hareketine kolayca izin verecek durumda değiliz
Yalnız burada bir konuyu ilgisi nedeniyle söylemek zorundayım. Arkadaşların da ilgisini çekmiştir. Bildiğiniz gibi İstanbul’daki merkezi Hükümet düşmanların siyasi ve askeri kuşatması altındaydı. Bu tür bir çember içinde yurdu savunmak, milletin ve devletin bağımsızlığını korumak olanaksızdı. Verilen emirlerle, millet ve devlet asli görevini yerine getiremiyordu. Savunmanın birinci aracı olan ordu da, asıl görevini yerine getirmekten yoksundu. Millet orduya, düşman hücumu ile karşı karşıya gelen bölgelerin savunmasını ve saldırıya uğrayan kardeşlerimizin yaşamlarının korunması görevini vermişti. İşte buna KUVAYİ MİLLİYE (milli kuvvet) diyoruz ve tüm dünya bunu böyle biliyor.
Milletin gerçek birliğini oluşturan ve İstanbul’un içinde bulunduğu koşullara karşı bir amaç için oluşturulan bu kuruluş, sadece Kuvayi Milliye erlerinden oluşmuyor. Tüm yurtta ve yurdun en uçtaki yerlerinde kurulmuş yasal ve uygar bir kuruluş vardır ki ona, “MÜDAFAA-İ HUKUK DERNEĞİ” diyoruz. (“Hukuku Savunma Derneği” Atatürk tarafından kurulmuştur). Orada silah söz konusu değildir. Uygar, toplumsal ve genel görünüş olarak siyasi bir dernekti. Bu derneğin her il ve livada merkez kurulları, idari kurulları vardır. İstanbul hükümet merkezinde başvurulacak yer bulamayan ordu, devam etmek, sevk ve idare edilmek zorundadır. Bu nedenle Hukuku Savunma Derneği, silahlı güçleri içine aldı. Bu kuruluşa bağlı kuvvetin adı Milli Kuvvetti. Demek ki İstanbul’da bir Hükümet vardı ve onun görünüşte bir ordusu vardı, ancak hiçbir şey yapmıyordu. Milli ordu böyle oluştu. Başlarında bulunan en büyük komutanından, en son askerine kadar kutsal amaç çevresinde toplandı. Ancak çalışmasını resmi görüntü içinde yapamıyordu.

Ordu bir yandan teşkilatı elinde tutan insanlardan, diğer yandan İstanbul’daki Hükümet Merkezinden emir alıyordu. Bu nedenle açık ve kesin her emri tam olarak yerine getirmediği zamanlar da görülmüştür. Başka bir önemli olaydan bahsetmek gerekir: Orduya bakan, yedirip içiren ve giydiren merkezi hükümetti. Milli kuvvetleri yedirip içiren ise, doğrudan doğruya milletin kendisiydi. Ancak millet, sadece saldırıya uğramış olan yerdeki kısmı üzerine alıyordu. Tehlikeyle karşılaşan çevre halkı, kendi varlığını ve çıkarını korumak için gerekli olan kuvvetin gereksinimleri için harcanacak parayı topluyorlardı. Bu tür nazik sorunlarda gerekli kuruluş ve düzenleme olmazsa, birçok yanlışlıklar olur. Bunun önüne geçmek için girişilecek tek çözüm yolu, resmi olmayan yöntem ve biçimleri bir yana bırakmaktır.
Merkezi hükümet etkili ve egemen olmadıkça, ülke içinde yabancıların müdahalesi kaçınılmazdır. Oysa durum değişmiştir. Millet yazgısını kendisi üstlenmiştir. Milli kuvvetler, ordu her şey artık doğrudan doğruya milletin emri altındadır. Ancak iş yurdun savunması olduğuna ve ordunun da gerçek görevi bu olduğuna göre, bütün araçların aynı emir ve komutaya bağlı olması gereklidir. Bu komuta da şunun veya bunun elinde olmayacak, tümünün yönetimi Yüce Meclisin elinde bulunacaktır.

Tanrının yardımıyla yarın veya bir gün sonra Bakanlar Kurulu seçilecektir. Kurulacak Milli Savunma Bakanlığı, ordunun yiyecek, giyecek ve yönetim sorunlarını enine boyuna düşünecektir. Para sorunu da tüm ordu ve yönetim için çözümlenecektir, bu konularda içiniz rahat olsun.

Şu anda Anzavur olayının sonundan bahsedeyim: Olayın başlangıcını yeniden söylemek gerekirse, Anzavur başına topladığı bir kısım serserilerle Kirmasti’ye (Mustafakemalpaşa ilçesi) kadar ilerlemiş ve alınan karşı önlemler sonucu ilk çarpışma Susurluk’ta gerçekleşmiştir. Çarpışmada yenilmiş ve Biga’ya kadar takip edilip, orada da yenilmiştir. Yanındaki serseriler dağıldı, tek başına Gönen’e gittiği anlaşıldı. Gönen’de yaralanıp, İstanbul’a gittiğini öğrendik. Bugün artık Anzavur olayı kalmamıştır. Anzavur’u kuşkusuz ayak takımı izleyecek, onların da yapmak istedikleri eylemler kendileriyle birlikte yok olacaklar.

Her yandan umudunu kesen ve kendilerini ölüm cezasına hüküm giymiş gibi gören Kilikya ve diğer yöre halkı, varlıklarını korumak için ortaya atılmak zorunda kaldılar. Bu duruma komşu Müslüman halkın seyirci kalması doğru olamazdı. Yurt içinde özellikle Sivas’tan yurtseverler kalkıp, işgal edilmiş bölgelere koştular. Oradaki kardeşleriyle bir araya gelip namus ve kutsal sayılan inançları için aynı safta yer aldılar. Savaş devam etmektedir. İlk çarpışma Maraş’ta oldu ve sonuç bizden yana yönelmiştir. Bundan sonra Urfa ve Silifke yöresindeki çarpışmayı da kazandık. Düşman bugün Arap Pınarı yönünde izleniyor.

Antep’te Ermenilerin saldırısı ve gösterileri sonucu çarpışmalar devam etmektedir. Düşman, güçlerini sağlamlaştırmak için çeşitli yönlerden askeri birlikler getirmiştir. Ancak bunlar milli kuvvetlerce etkisiz hale getirilmiştir. Adana ve İslahiye demiryolu çizgisine kadar olan bölge milli kuvvetlerce ele geçirilmiştir.

Daha batıya gidecek olursak Pozantı’nın batısında düşman kuvvetleri kuşatılmıştır. O bölge de milli kuvvetlerin egemenliği altındadır.

Silifke halkı Kilikya olayında çok büyük yiğitlik ve yurdunu koruma çabası göstermiştir. Kuvvetlerimiz Mersin merkezi dışındaki bölgeyi geri almışlardır. (Var olsunlar sesleri). Mersin merkezinde düşmana hakim bir yerde bulunuyorlar. Mersin’den gelen arkadaşlarımızın söylediklerine göre Fransız güçleri endişe içindedirler.

Yapılacaklarla ilgili olarak, meclis tarafından alınacak kararlara kadar beklemek uygun görüldü. Son yapılan bildirimde, daha ileri gidilmemesi emredildi. Bu nedenle Mersin ili işgal edilmemiştir. Ancak oraya hakimiz ve istediğimiz zaman zorla alabiliriz. Fransa tarafından bizimle görüşmek üzere Mösyö Alber Saro adındaki bir kişi bugün buraya geldi. O gelmeden önce bir kısım arkadaşlarımız Beyrut’a gitmişlerdi. Orada Suriye ve Irak’ın tümünü idare eden General Desperey ile görüşmüşler. Bu görüşmenin tamamını size sunmayı uygun buluyorum. Genel görüşme sonucu kararlar ortaya çıkacaktır. Bu kişiler bir anlaşma zemini hazırlamakla görevlidir. Asıl anlaşma için bir Fransız heyeti gelmeye hazırlanıyor. Mösyö Alber Saro, bütün Fransız diplomatları gibi; “İşgalde biz haklıyız, ancak sizinle de anlaşmak istiyoruz.” demektedir. Biz de; “Fransızlar buraya haksız olarak girmişlerdir.” diyoruz. Şu anda kendilerinin önerilerini okuyorum. (Fransız görevlisinin önerisi okunur, tutanağa geçirilmez.)

Bunlar çok ağır önerileridir. Ancak sonuçlar hakkında görüşümüzü saptamalıyız ve bu yönde bir program oluşturmalıyız. Gerçi şimdiye kadar belirlenmiş amaç ve esaslarımız vardır. Bir kez de Yüce Meclisin onaylaması gerekir. Bu temeller Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde kararlaştırılmıştır. Bir de Felahı Vatan (vatanın kurtuluşu) grubunun programı vardır. Bunu mu izleyeceğiz? Yoksa daha geniş program mı yapacağız? Bakanlar Kurulu seçildikten sonra gereken program hazırlayacaktır.

Şimdiden söylüyorum ki; yurdumuzun hiç bir parçasını kimseye vermek niyetinde değiliz. (Alkışlar).

Hiç yorum yok: