14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH: 24 NİSAN 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞINDAN BİR GÜN SONRA GİZLİ OTURUMUNDA YAPTIĞI İLK KONUŞMA:


ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU İÇ DURUM:

Mustafa Kemal Paşa: Efendiler; “23 Nisan 1920 tarihinde açılışta sunduğum geniş bilgi sırasında çalışma alanımızın sınırını belirtmiştim. O sınır ulusal sınırımızdır (Misak-ı Milli’dir). Başlangıçtan beri hem yabancılara hem ulusumuza yalnız bu sınır içerisinde çalışmakta olduğumuzu söyledim. Bütün amacımız bu ulusal sınır içerisinde ulusumuzun rahatını, gönencini ve bu sınırlarla belirlenmiş vatanımızın bütünlüğünü korumaktır. Bütün Türklerin tek vatan ve tek bayrak altında birleştirilmesini amaçlayan Turancılık siyasetini (akımı) bilinçli olarak izlemek istemedik. Çünkü maddî, manevî tüm güç ve varlığımızı vatanımız için kullanmayı tercih ettik, sınırların dışında dağınık biçimde zayıf düşürmekten kaçındık. Yabancıların en fazla korkup çekindikleri İslâmî siyaseti açıkça dile getirmekten olabildiğince sakınmayı zorunlu gördük. Ancak, maddî ve manevî güç karşısında, tüm dünya ve Hıristiyan politikalarının en katı haçlı savaşı yapılırken, sınır dışında bize yardımcı olacak ve dayanak noktası oluşturacak güçleri düşünmek zorunluluğu duymamız da doğaldı. Açıkça dillendirmemekle birlikte dayanak noktası aramayı sürdürdük. Doğal olarak esenlik ve kurtuluş için tek başvuru kaynağımız İslâm dünyası olmuştur. İlişkilerimiz ve dinî bağlarmız nedeniyle İslâm dünyasının ulusumuzun bağımsızlığına yakın ilgi gösterdiğini zaten biliyorduk. Bunun üzerine öncelikle sınırlarımızla bağlantılı bölgelerdeki dindaşlarımızla, ardından doğuda Kafkaslar’daki Müslüman uluslarla, batıda da Batı Trakya ile çeşitli şekillerde bağlantıya geçildi. Bilindiği gibi Suriye, Irak ve Arabistan’la 1914 yılından önce aynı sınırlar içindeydik. Osmanlı Devleti’nin parçası olmaktan fazlaca yakınıyor, bağımsız olmayı amaçlıyorlardı. Bu amaca ulaşmak için kendi güçlerinin yetmeyeceğini anlayınca, ne yazıkki hepimizi yok etmeye yeltenen düşmanlarla işbirliği yaptılar. Düşlerini gerçekleştirme umuduyla İngiliz ve Fransızların eteklerine sarıldılar. Fakat genel savaşın sonucunu ve Suriye’de İngilizlerle Fransızların izledikleri aşağılayıcı yönetim tarzını gördükten sonra, büyük bir hataya düştüklerini anladılar. Bu nedenle bir kısmı kendi içlerinde bağımsız olmak koşulu ile, Osmanlı topluluğu içinde yer almayı düşündüler. Tüm inananlar gibi, Halifelik makamına olan bağlılıkları bu düşünceye varmalarında temel oluşturuyordu. Bir bölümü ise bağımsızlıktan cayıp halife ve padişaha bağlı olarak Osmanlı toplumu içinde yer almak istediler. Suriye’de böyle farklı akımlar bulunuyordu.

Suriye’de İslami bağları hedef alanlarla ilişkilerimizin şekillenmeye başlaması, orada egemenlik kurmaya uğraşan Emir Faysal ve onu destekleyen Fransızların dikkatini çekti. Bunun üzerine Emir Faysal özel delegelerini bizimle görüşmeye gönderdi. Resmi olarak yapılan bu başvuyu kabul etmemizdeki ince noktayı açıklamak istiyorum. Sonuçta Suriyeliler herhangi bir yabancı devletle ilişkiye girmenin kendileri için tutsaklık olacağını anladıkları için bize yöneldiler. Biz ise karşılık olarak şunu söyledik: “Artık milli sınırlarımız içindeki insan (varlığımızı)/kaynaklarımızı ve genel çıkarlarımızı sınırlarımız dışında gereksiz yere harcamak istemeyiz. Ancak birlikte hareket etmek ciddi bir güç oluşturacağından, tüm İslam dünyasının manevi yönden olduğu gibi maddi anlamda da işbirliği yapmasından büyük memnuniyet duyarız. Bu nedenle bizim (sınırlarımız içinde bağımsız olduğumuz) gibi, Suriyeliler de kendi sınırları içinde ulusal egemenlik ilkesine dayanarak özgür ve bağımsız olabilirler. Anlaşacağımız bir yöntemle, federatif veya konfederatif biçimde bağlantı oluşturabiliriz.” Emir Faysal, cevabımızı beklentilerinin ötesinde bulan Suriyelilerin tavrı karşısında, kendi amacını gerçekleştirmekte zorlanacağını anlamıştı. Ayrıca, Suriye içinde başlayan, bizim de kulağımıza gelen kimi hareketlenmeler de Emir Faysal’ın, egemenliği kolaylıkla ele geçiremeyeceğini, Fransızların da burayı bağımsız bir devlet olarak kullanamayacaklarını anlamalarını sağlamıştı. Bu nedenle bizimle ilişki kurarak, dış baskılara karşı koyacak para ve güçleri olmadığını, Türkiye destek verirse Fransızları ülkelerinden kovabileceklerini söylediler. İnandırıcı bulmadığımız bu öneri üzerine, siyasi başvurularına aynı şekilde yanıt verdik/(öneriyi geri çevirdik). Bu arada, ilişkimizi sürdürdüğümüz Suriye’deki halk hareketi bize gerçekten maddi ve manevi güç katmıştır. Ulusal sınırımızın güneyindeki bu hareketi dikkate alırsak bunun maddi karşılığını görebiliriz.

*********Irak’ta İngilizlerin yaptıkları İslam halkını fazlasıyla gücendirmiştir. Biz kendileriyle ilişki kurmadan önce onlar bizi aradılar ve eskiden olduğu gibi Osmanlı ülkesinin parçası olmayı kabul ettiler. Ancak biz Suriyelilere belirttiğimiz görüşümüzü onlara da söyledik. Kendi içinizde, kendi kuvvetinizle bağımsız bir devlet olunuz. Biz her şeyden önce bağımsızlığımızı sağlamaya çalışıyoruz. Eğer istekleri doğrultusunda hareket etseydik, Musul bölgesinde, Bağdat’ta ayrıca birçok yerlerde olaylar olurdu. Bugün bile bizi yok etmeye çalışan düşmanlar Suriye ve Irak’ta bize yönelttikleri kuvvetleri azaltmak zorunda kalmışlardır. Gerek Iraklıların, gerek Suriyelilerin bu iki yöredeki dindaşlarımızın kalpleri bizimledir. Eğer amaçlarına inanırlarsa bunlardan fazlasıyla yararlanmak olanaklıdır.

Kafkasya bilindiği gibi; Kuzey Kafkasya, Çerkezistan, Gürcistan ve Ermenistan bölümlerinden oluşur. Çerkezler başlangıçta bu yana fazlasıyla duyarlı davrandılar. Eskiden bu yana Kuzey Kafkasya’da bağımsız yaşamak isteğini duyarak bunun için çalışmışlardır. O yörede hareket halindeki Danikin güçleri, Kuzey Kafkasya ve Dağıstan’ı ele geçirmek için baskı yapmışlardır. Bu saldırılara karşı milli duygularla hareket eden Çerkezler, yine amaçları için çalışmışlar ve bizimle de içten ilişki içine girmişlerdir. Kendi varlıklarını Türkiye’nin kurtuluşu ve bağımsızlığı ile bağlantılı görmüşlerdir. Kafkasya çalışmaları, dilekleri ve ulusal kaderleri, tümüyle vatanımızın bir parçası gibi kabul edilebilir. Bütün bu bölgedeki oluşumlardan doğrudan bilgi sahibiyiz.

Azerbaycan hepinizin bildiği gibi bağımsızlığını onaylatmış durumdadır. Millet olarak bize karşı içtenlik taşımaktadırlar. Ancak henüz bağımsızlığımıza kavuşmadığımız için onlarla ilişkilerimiz devlet bazında değildir.

Ermeniler ise tüm dünyanın kendilerine sahip çıkmasına alışmışlar. Siyasi amaçlarının gerçekleşmesi için nasıl çalıştıkları bilinmektedir. Ermeniler, Erivan Ermeni Hükümeti bölgesi içindeki İslam halkını yok etmekle uğraşmaktadırlar. İngiliz ve Amerikalıları aleyhimize kışkırtmaktadırlar. Ancak oradaki İslam halkı her yerden korumasız kalınca, doğal olarak kendi yaşam ve namuslarını korumaktadır. Başlangıçtan bugüne kadar Erivan Ermeni Hükümeti Bölgesi içerisinde savaş devam etmektedir. Bütün bu çarpışma sonucu zarar görmekle birlikte, dindaşlarımız namus ve saygınlıklarını korumaktan geri kalmamıştır.

Gürcistan kabinesi bize karşı içten bir tutum göstermiştir. Özellikle Azerbaycan’la yararlı konularda birlikte hareket etmişlerdir. Ermeniler bu anlaşmanın dışındadır. Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında çarpışma olduğu zaman Gürcüler, Azerbaycan tarafını tutmuşlardır. Bugün de aynı durum devam etmektedir. Bizim eski sınırımız ile Gürcistan’ın ilgisi, bilindiği gibi üç sancak (Osmanlı devletinde iller ile ilçeler arasında yer alan yönetim bölümü); Batum, Kars, Ardahan’dır. Biz bu yerleri ülkemizin parçası olarak görüyoruz. Oralarda bulunan İslam halkı da bu görüştedir. Meclisimize katılacak milletvekilleri de yola çıkmıştır.

Kafkasya üzerinde durduğumuz için Rusya’dan söz edebiliriz. Bolşeviklerin (Rusya’da 20.ci yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen devrimci hareketin temsilcileri) kendilerine has bir kısım görüşleri vardır. Bolşevikler sürekli olarak kendi görüşlerini kabul ettirme çabasındadırlar. Ulusumuzun gelenekleri, dini ve kabul edeceği şeyler vardır. Biz her ne yaparsak geleneklerimizi, dinimizi göz önünde bulundurmak zorundayız. İşte bu nedenle bizimle Bolşeviklik arasındaki ilişki incelemeye ve ayrıntılarıyla düşünmeye değer. Biz hiç kimsenin, hiç bir ulusun adet ve geleneklerine, ulusal görüşlerine karşı değiliz. Yalnız ülkeyi baskıyla yönetmeye (despotluğa) ve yayılmacılığa düşmanız. Avrupalılar Bolşevizmden korkmaktadır. Bizim Bolşeviklerle birlikte hareket edeceğimizden sürekli olarak kuşkulanmaktadırlar. Bağımsızlık şartlarımız sağlanırsa neden onlarla birlikte hareket edelim? Ulusal sınırımız içerisinde, gösterdiğim koşullarda varlığımızı koruduğumuzda, başka bir şey istemek doğru değildir. Ancak her olasılığa karşı hayatımızı korumak için dıştan destek aramak gerekebilir. Bu durumda kendi görüşlerimiz esas kalmak koşulu ile, her kaynaktan yararlanmayı uygun görürüz.

Gerektiğinde Bolşeviklerden ne derece yardım alabileceğimizi anlamak için girişimlerde bulundum. Burada milletimizi ilgilendiren tüm konular görüşüldü. Kesin sonuca varılmış değildir. Eğer kaçınılmaz şekilde ihtiyaç görülürse Yüce Meclisiniz bu konuda daha köklü kararlar alabilir.

Hıristiyan dünyasının varlığımıza son vermek istediğini bilmekle birlikte, onlara karşı bir tutum sergilemedik. Bu nedenle Fransız, İngiliz, İtalyanlarla tekrar tekrar görüştük. İngilizler ilk görüşmemizde milletimizin kendilerine karşı olduğunu söylediler. Bu durumun giderilmesine çalışmamızı öğütlediler. Buna verdiğimiz yanıtta: “Milletimiz İngilizlere karşı değildir, tersine milletimiz, İngiliz milletini dünyanın en büyük, en adaletli, en uygar milleti kabul eder. Ne var ki ateşkes sonrası İngiliz kuvvetleri başkentimize girdiler. Özellikle Aydın ilimizin, İngilizlerin gözetimindeki Yunanlılar tarafından ele geçirildiğini milletimiz anladıktan sonra, İngilizlerle ilgili olarak görüşleri değişti. Gerçekten milletimizin görüşünün yanlışlığı düşüncesinde iseniz, bunu düzeltmek yönünde bir tavır gösteriniz. Ulus yine size yönelir.” O zaman İngilizler; “Size yaşama hakkı verebiliriz, yalnız İstanbul’un durumu anlaşılmamıştır. Boğazlardan vazgeçmez misiniz? Ege denizi kıyısında Yunanlılara ve Fransızlara bir takım ayrıcalıklar vermek sizi sarsmaz sanırız. Birtakım denetimler yapılırsa bundan size bir zarar gelir mi?” dediler.

Efendiler; bu sözleri bana söyleyen Revlenson adında Erzurum ve tüm Kafkasya’da temsilci ve Londra’da yetkili olan bir şahıstır. Kendisi ile ilişkilerimiz devam etmiştir. Hem dost olmak istiyor, hem de bu dostluktan çıkar elde etmek istiyordu. Kendisine bu düşüncesinin yerine getirilmesinin olanaksızlığını söyledik. Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kendilerini aldatıp birtakım raporlar verdiğini, bu raporlara dayanarak yanlış kararlar alındığını anlattım. Londra’ya gittikten sonra bunları değiştireceğini söyledi. O tarihte İstanbul’da bulunan İngiliz siyasi görevliler yer değiştirmiş, yerlerine başkaları gelmişti. Revlenson İstanbul’a gelir gelmez bizimle görüşme istedi ancak, hainler tarafından etrafları çevrildi. Bizimle görüşme isteği bu nedenle sonuçsuz kaldı. Bir süre sonra yeniden Trabzon ve Erzurum’a geldi. Burada bilinen esaslar içerisinde kendi görüşümüzü yineledik. Bilindiği gibi amacımız, ulusun bağımsızlığı ve vatanımızın belirli sınır içerisinde bütünlüğünü sağlamaktır. Revlenson bunun kesin olduğunu anladıktan sonra işi karşılıklı konuşma ile geçiştirdi. Görülüyor ki, İngiliz’lerin bize karşı dostluğu yalnız kendi çıkarları içindir. Bizim çıkarlarımızı ilgilendiren hiçbir girişimleri olmamıştır.

Diğer yandan Fransızlarla da görüşmelerimiz olmuştur. Suriye olağanüstü temsilcisi Picot, Sivas’a kadar geldi. Kendisi Fransa Hükümetinin bize karşı tavrını egemenliğe aykırı buluyordu. Açıkça Kilikya (Adana, Mersin’in batısı, Antalya’nın doğusu, Konya’nın güneyini kapsayan bölge) dahil, Suriye’yi sömürge yapmak istiyorlardı. Suriye’de ekonomik çıkar sağlandığında Kilikya’yı boşaltacaklarını söyledi. Kendisine: “Bizim için bir Kilikya bir de Türkiye sorunu yoktur. Bir sorun vardır, o da Türkiye sorunudur. Yurdumuzun ve ulusumuzun bağımsızlığı konusunda anlaşmak gerekir.” Genelde her şekilde bize yardım sözü verdi. Bütün bu verdiği sözleri uygulatmak için Paris’te çalışmak zorunda olduğunu söyledi. Barış sözleşmesi sağlanana kadar Kilikya için hiç bir girişimde bulunulmamasını rica etti. Fransa temsilcisine şunu belirttik: “Halen Fransızların elinde bulunan bölgelere güç gönderip çatışmaya girilmeyecek. Yalnız elinizde bulunan ve güvenliğinden sorumlu olduğunuz Kilikya, Maraş, Urfa gibi bölgelerde Fransızlar tarafından silahlandırılan Ermeniler’in Müslüman halka saldırıp onları öldürmesi sonucu meydana gelecek direnmeden hiç bir sorumluluk kabul etmeyiz. Bu tür olayların önlenmesi için gerekli önlemleri alınız. Valimizi yeniden atayıp, devlet görevlilerini yerinde bırakacaksınız. Müslüman halka saldıran Ermenileri oradan uzaklaştıracak ve bundan sonra kışkırtıp, silahlandırmayacaksınız.” Bunlara kesin olarak söz verdi ve ayrıca Sivas’ta ilgililere gerekli bildirimde bulundu. Sonuçta valimiz oraya gitti, göreve başladı ve durum iyileşir gibi oldu.

Ancak Kilikya’daki kuvvetlere komuta eden Fransız albay Odeyremon Müslüman düşmanı ve Ermenileri koruyan biridir. Baskıdan bir an bile vazgeçmedi. Bunun sonucu olarak Maraş’ta Müslüman halka saldırıda bulundular ve birçok görevliyi tutukladılar. Müslüman halk saldırılar karşısında kendisini savundu, karşılıklı çarpışma oldu ve Fransızlar geri çekildi. Bu çarpışma sırasında Fransız kılığında Müslüman halka saldıran bir kısım yabancılar, kendi hayatlarını koruyan Müslüman halk ile iki ateş arasında kalıp öldüler. Bu durum, bütün Avrupa ve Amerika’da fazlası ile büyütüldü. Oysa ki ulusumuz tarafından saldırı yapılmış değildir, sadece olan saldırıya karşılık verilmiştir. Ayrıca Fransızlar çekildikten sonra daha ileriye gidilmekten vazgeçilmiştir. Urfa’da aynı durum olmuştur. Yine Fransızların kışkırtması ve koruması ile Müslüman halka saldıran Ermeniler yüzünden çarpışma olmuştur. Sonuçta Fransızlar orayı da bırakmak zorunda kalmışlardır. Fransızlar Maraş’tan çekildikten sonra yeniden Maraş’a, Urfa’ya geldiler. Ancak yenilgiyi onur sorunu yapıp daha büyük bir saldırıya geçmediler.

Öte yandan Kilikya’da Müslüman halk saldırı karşısında devamlı karşılık verdi. Bu direniş Fransızların çekilmesiyle son buldu. Son zamanlarda yalnız Adana, Tarsus ve Mersin’de Fransız gücü bulunuyor.

İtalyanlar genelde hoşgörü ile el koyma yolunu seçmişlerdir. Kendileriyle hiç bir olay olmadı. Onların tek istekleri ekonomik çıkar sağlamaktır.

Gerek İtalyanlar, gerek Fransızlar ülkemizden ekonomik çıkar sağlamak için, devletimizin bağımsız kalmasını istemişlerdir. Yabancı bir devletin tutsağı olmamızı kendi çıkarları için uygun görmemişlerdir. Bu iki devlet bunu görüşmelerimiz sırasında söylediler ve halen de söylemekteler.

Yunanlılar doğrudan doğruya İngilizler tarafından korunarak bulundukları yeri koruyorlar ve çıkmak amacında olmadıkları anlaşılıyor. Trakya son olaylar nedeniyle zor koşullar içinde bulunmakla birlikte devamlı bizimle ilişkiyi korumaktadır. Ancak Fransızlar, onları güçsüz gösterip, korumaları altına almaya çalışmaktadırlar. Trakyalı yurttaşlarımız ise, kurtuluş için direnmektedir.

Efendiler, geleceğimizi, bağımsızlığımızı kazanmak yolunda karşımıza çıkan düşmanların emellerini yakından biliyoruz. Bu amaçlarını elde etmek için kullanacakları kuvvetleri de biliyoruz. Ancak onlar sahip oldukları güçleri tam olarak kullanmıyorlar. Sona ulaşmak için buldukları en güçlü araç; bizi birbirimizle çarpıştırmak olmuştur. Yazık ki İstanbul’da düşmanlarımızdan daha çok çalışarak, onların hedef ve isteklerini kolaylaştıranlar var. Bunların yardımları, yurdumuzun bir kısım yörelerinde, ulusun birliğini, dayanışmasını, dışa karşı yetersiz göstermektedir. Bu durum ülkemiz içerisinde güvensizliğe yol açmaktadır. Örnek olarak Anzavur, uzun zamandan bu yana İngilizlerin parası, silahı, kışkırtması sonucu İstanbul’da nitelik ve görüşlerini sunduğum kimselerle birlikte çalışıyordu. Bazıları millet tarafından yola getirildi, ancak tümüyle yok edecek önlem alınamadı. Son olaylar sırasında Anzavur yine büyük düşmanların öncüsü olmak üzere Biga’da göründü. Toplayabildiği haydutlarla Gönen’i, Bandırma’yı ve Balıkesir’i ele geçirdi, Bursa’yı büyük zarara uğrattı. Düşman ve Yunan karşısında bulunan güçlerimizin arkasından Yunanlılarla birlikte hareket etti. Bütün bu yaptıkları halkımızı üzdü, düşmanlarımızı güldürdü. 16 Mayıs 1920 tarihinden bu yana devam eden bu acının daha çok yayılmasına izin vermenin kötü sonuçlanacağını anlayıp, önlem almak zorunda kaldık. Bunun üzerine, çeşitli yerlerden gönderilen güçler isyancılarla çarpıştı. Anzavur’un çevresindekiler yenilerek dağıldı. Yüce Meclisiniz gelişmeleri yakından izlemektedir.

Düzce, Pendik, Bolu, Adapazarı, İzmit yörelerine de önem vermemiz gerekmektedir. Oralarda yine ülke ve millet zararına görüşler meydanlarda söyleniyor. Bir ara Adapazarı’nda ayaklanma oldu. Bazı arkadaşları gönderdik, kandırılmış olanlar bilgilendirilip uyarıldı ve huzur sağlandı. Ancak İzmit’i ele geçiren İngilizler para ile aynı ateşi körüklemekte devam ediyorlar. Adapazarı olayından sonra Hendek’teki küçük bir askeri birliğimize saldırıp silahlarını almışlar. Bu durumu alınan önlemlerle ortadan kaldırdık. Düzce’de bir kısım insanlar toplanıp, valiliği, Telgrafhaneyi basmışlar. Bu işleri serkeşlikle yapıyorlar. İngilizler ve Avrupalıların amacı şunu kanıtlamaktır: “Birbirleriyle çarpışıyorlar, bunlar kendi kendilerini idare edemezler. Bir müdür gerekli ki bunları yönetsin.”

Düzce, içinde bulunduğumuz günün olayıdır. Bolu sancak yöneticisi Haydar, Düzce’de toplanan bu asilerin, Bolu’ya saldırmayacaklarını bildirdi. Bolu’da az sayıda jandarma kuvvetimiz vardı. Zonguldak ve güneyinde üç taburla bir piyade alayının birini orada bıraktık, diğerlerini Bolu üzerinden batıya asilerin yayılmasına engel olmak için gönderdik. Haydar Bey’e gerekli önlemleri almasını bildirdik ancak, kendisine güvenimiz yoktu. Kendisinin asilerin tarafında hareket ettiğine dair kanıtlar bulundu. Aldığı önlemlerde bizi aldatmıştır. Asileri durdurmakla görevli güçleri oyalıyor, kandırıyor ve asıl amacını gizliyor. Haydar bey bir gün Bolu dan Düzce’ye asilerin yanına gidip, oradan emir vermeye başladı. O bölgeyle bağlantı ve ilişkimiz kalmadı. Merkezler ayrıldı, gönderdiğimiz güçlerden bilgi alamadık. Durumu görüp, anlamak için Trabzon Milletvekili Hüsrev Bey, Lazistan (Rize) Milletvekili Hüseyin Bey, Bolu Milletvekili Fuat Bey ve Şükrü Beyler Bolu’ya gönderildi. Onları korusun diye on sekiz, yirmi kişilik küçük bir askeri birlik verildi. Gerede’de bir alayımızın olduğunu biliyorlardı. Sonradan aldığımız bilgiye göre, inşallah doğru değildir, bu değerli arkadaşlarımız asiler tarafından tutuklanmıştır. Düzce’de ortaya çıkan bu durumu önlemek için, değerli komutanlarımızdan yirmi dördüncü tümen komutanı Mahmut Bey’i görevlendirdik. Mahmut Bey kuvvetleri ile Geyve’den Hendek’e doğru hareket etti. Oraya vardığını öğrendik. Ancak Bolu ve Adapazarı üzerinde telgraf telleri kesildiği için, önceki gün saat ikiden bu yana Mahmut Bey kuvvetleri ve şahsı hakkında bir bilgi alamıyoruz.. En kötü durum düşünülüp yeniden önlem alınmıştır. Bir kısım aksi propagandalar sonucunda halk isteksiz hareket etmektedir. Örneğin, üç gün önce Beypazarı’nda, iki üç bozguncunun kışkırtması sonucu halk toplanıp telgrafhaneyi basmışlar. Askeri güç göndermek gerekti. Aynı duruma benzer bir olay daha kuzeyde, Nallıhan’da ortaya çıktı, buna karşı da önlem alınmıştır.

Özet olarak bugün istenilmeyen ve rahatsızlık veren bu durumları sunuyorum. Başka yerlerde de ufak tefek duyarlılıklar vardır. Düşmanlar kurnazlıklarının sonucu kendilerini olayın dışında gibi göstermektedirler. Halk İstanbul’un işgalinden dahi bilgi sahibi değildir.

İşte bu kadar dalgınlık içerisinde bulunan halkımıza olaylar nazikçe anlatılabilir. Bununla birlikte durum çok hassa olduğu için de her olay karşısında en kesin ve gerçek önlemleri uygulamak gerekir. Allah korusun bir kere dağılma meydana gelirse, yeniden bir araya getirmek ve dışa karşı bir güç ve iktidar halinde var oluşumuzu anlatma olanağı kaçırılmış olur.

Durum bu şekilde açıklandıktan sonra hareket için iki şeyden birine karar vermek gerekir. Birincisi; Damat Ferit Paşa’nın kabul ettiği durumu kabullenirsek; onurumuzu, hayatımızı, her şeyimizi bırakıp, İngilizlere tutsak oluruz. O zaman yapılacak başka bir şey yoktur. Yok eğer millet olarak, insan olarak, namus ve onurumuzla yaşamak istiyorsak, bütün gücümüzü kullanıp, bizi yok etmeye çalışan düşmanların amaçlarını kırmalıyız. Bütün arkadaşlarımızın bu kutsal duygularla buraya geldiklerine inanıyorum. Yerine getirecekleri tarihi görevin büyüklüğünü, nezaketini ve önemini tüm açıklığı ile anlamışlardır.

İstanbul, padişahlık ve halifelik merkezi demektir. Ancak düşmanların resmi olarak işgali altındadır. Bugün İstanbul demekle Londra demek arasında hiç bir ayrım yoktur. İstanbul da, İslam aleminin sevgi ile bağlı olduğu halifemiz ve padişah bulunuyor. Onlarla bağlantımız ancak bu yüce makamın aracılığı ile olabilir. Bir heyet seçip gönderirsek iki şey akla gelebilir. Birincisi; bu heyet İstanbul’a İngilizlerin bilgisi, belgesi olmadan giremez ve çıkamaz. Heyet, padişaha ancak milleti, İngiliz istekleri doğrultusunda sevk ve idare edeceğini anlatırsa gidebilir. Eğer millet birliğini koruyor, bağımsızlığından kesinlikle vazgeçmez denirse; görevli heyetin yeri, padişah makamı değil, Malta olur.

Padişah namaz kılmak için camiye gittiklerinde kendisini koruyan askerler İslam askerleri değil, İngiliz askerleridir. Bu üzücü şartlara düşmüş olan padişahla özel görüşme olanaksızdır. Daha dün Halife tarafından yayınlanan düzmece açıklamalar tümünüzün bilgisi dahilindedir. Özgürlük serbesliğine sahip olan bir Halife, bu tür bir açıklama verdirir mi?

Hepinizin bildiği gibi İstanbul Hükümeti’nin emirleri yoruma ihtiyaç göstermektedir. Şimdiki bakanlar kurulundan önce İstanbul da Milli Savunma Bakanı olan Fevzi Paşa Hazretleri; dürüst, saygın ve onurlu bir komutandır. Kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın onayladığı gibi, kuşku duyulmayacak seçkin niteliklere sahiptir. İstanbul da verdiği bir emirde: “İngilizlere saygı göstereceksiniz, İngilizlerin emirlerini dinleyeceksiniz, bu şekilde hareket etmediğiniz zaman yok oluruz. Bu davranışı hamiyetli milletten rica ederim.” diyor. Biz dikkatli davranıp bu konuşmanın düşman tarafından not edildiğine karar verdik. Fevzi Paşa’nın yaveri Salih Bey buraya gelip: “Paşaya bu konuşmayı süngü altında zorla imza ettirdiler. O emre önem verilmemesi için beni gönderdi.” dedi. Fevzi Paşa İstanbul’dan ayrılmış, Geyve’de bulunuyor. Bir saat önce kendisi ile görüşüldü.

İçişleri Bakanı Hazım Bey de aynı şekilde ülke yönetiminde bulunan görevlilere dilekte bulunuyor: “Aman İngilizlere bir şey yapmayınız.” diyor. Şimdi İstanbul Hükümeti’ne nasıl güveneceğiz?

İzin verirseniz bir olaydan daha bahsetmek istiyorum. Efendiler, içteki durumla ilgili detaylar hakkında yine birlikte çalışacağız. Meclis Başkanlığı söz konusu olduğunda güveniniz ve yakınlığınız karşısında kendimi borçlu görüyorum. Bütün arkadaşlarım şahsıma karşı büyük sevgi gösterip: “Seni başkan seçelim.” dediler. “Bu durumu şahsımın dışında bir olay olarak kabul etmek daha doğru olur. Benim maddi varlığımı bırakalım, bir ad üzerine konuşalım.” dedim.

Amacımıza ulaşmak için düşmanlarımıza karşı milletin güçlü olduğunu kanıtlamak gerekir. Yüce makamda bulunanlar kuşkusuz bu gerçeğin kanıtıdır. Sadece milletimizce değil, yabancılar tarafından da bilinmelidir.

Düşmanlarımız bu gerçeği devamlı saklamaktadırlar. Medeni dünyaya karşı milletimizi, birlik yapabilecek, kendi kendini idare edecek nitelikten yoksun göstermek istiyorlar. İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında hükümete verdikleri notada benim adım söylenmiş. “Bu insan tanınmaz ve lanetlenirse, milli mücadele temelinden yok olur.” denilmiş. Ayrıca ülke içerisinde millete karşı olumsuz propaganda yapılmaktadır. Bunlar gerçek olmamakla birlikte düşmanların elinde bir silahtır. Söylenenlerden anlaşılıyor ki olay yine kişisel olarak gösterilmektedir. Yüce amacımızı elde etmek için düşmanlara koz verecek eylemlerden sakınmamız gerekir. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmek zorundayız, o da yurdun kurtuluşudur. Burada söz konusu olacak şahıs sorunu, hatır gönül olayı değildir (alkışlar). Tüm gerçekleri bilerek karar vermenizi, ülkenin yararına olacaktır. Millet bağımsızlığını elde edeceği güne kadar şahsen bütün varlığımla çalışmaya kutsal sayılan her türlü inançla söz veririm. Bu sözü burada tekrar etmekle onur duyarım. (Alkışlar)

Hiç yorum yok: