14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH: 27 ŞUBAT- 6 MART 1923

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN LOZAN KONFERANSI HAKKINDA YAPTIĞI KONUŞMA:
(Türk delegelerinin Lozan’a gitmesinden sonra Konferans; İngilizlerin, Fransız ve İtalyan delegeleri ile yaptığı görüşmeler yüzünden bir hafta geç başlar. Türk Delegasyon Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, görüşmeler başladıktan sonra, telgrafla Bakanlar kuruluna ayrıntılı bilgi verir. Bakanlar Kurulu Başkanı ve Dışişleri Bakan Vekili Sivas Milletvekili Hüseyin Rauf Bey, gelen telgrafları Mecliste okur. Ayrıca teknik yönden haberleşmenin zorluğundan yakınır. Bu yüzden haberleri ulaştırmada kurye kullandıklarını söyler. Daha sonra söz alan birçok milletvekili, konu ile ilgili görüş açıklar. Verilen bilgilerin yeterli görülmemesi üzerine, Lozan’dan Ankara’ya gelen konferans delegesi ve Trabzon Milletvekili Hasan Bey görüşmelerle ilgili geniş açıklama yapar. Mecliste görüşmeler günlerce devam eder. İsmet Paşa, Hükümet ve Meclisin görüşünü ister. Hükümetin hazırladığı anlaşma koşulları, Mecliste okunup oylandıktan sonra Lozan’a gönderilir.
Karşı tarafın isteklerinde direnmesi üzerine; Hükümet hazırladığı bildiriyi Avrupa ve Amerika’ya gönderir. Bu bildiride: Musul petrollerinde İngiliz sermayedarının aşırı istekleri nedeniyle, Musul sorunun çözülemediği, Türkiye’deki Fransız şirketlerinin, Lozan’daki Fransız delegelerini aracı kullanarak, anlaşmaların aksine bir kısım isteklerde bulunduğu, Yunan ordusunun yaptığı yıkım ve zulümlere karşı Yunanistan’a baskı yapılmadığı halde, bizden tazminat istendiği ileri sürülür.
Bu arada Amerika ve Avrupa basınında, Türklerin medeni olmadıkları için, İzmir’i kendilerinin yaktığı şeklinde yayınlar yapıldığı görülür. Bunun üzerine İzmir’in Türk askerleri tarafından yakılmadığı; Fransız, Amerika ile bazı tarafsız devletlerin resmi görevlileri, sinemacılar, yazarlar tarafından rapor edilir. Hükümet bu raporları yayınlar.
Lozan Konferansı’nın başlamasından 70 gün sonra anlaşma sağlanamayınca, Türk delegasyonu yurda döner. Lozan’da çalışmalar üç grupta toplanır. İngiltere’nin ilgilendiği birinci grupta; Siyasi sorunlar, toprak, boğazlar, azınlıklar söz konusudur. Fransızların ilgilendiği ikinci grupta; mali ve iktisadi konulur, İtalyanların ilgilendiği üçüncü grupta; kapitülasyonlar, idari ve dini konular görüşülür.
Bu sorunlarla ilgili anlaşmazlıklar doğar. İngiliz işgali altındaki Musul sorununu çözmek için çok çaba harcanır. İngilizleri inandırmak olanaksızdır. Bu konuda üç devlet (İngiltere, Fransa, İtalya) savaş tehdidinde bulunur. Türk delegasyonu direnince, konunun bir yıl geriye bırakılması kararlaştırılır. Trakya sınırının Meriç Nehrinin batısından başlaması önerisi, bu yerlerin Yunan idaresinde olduğu söylenip kabul edilmez. Yabancılar için ayrı yargı sistemi istenir. Demiryolu şirketinin ayrıcalıkları aynen korunur. Yunanistan’dan savaş tazminatı istenmesine gerek görülmez. Daha sonra bir anlaşma metni verilerek 24 saate kadar benzeri isteklerin kabulü istenir. Türk delegasyonu verilen anlaşma koşullarını kabul etmeyince, konferansa ara verilir.
Bu sırada Amerikalılar araya girip: “Siz koşulları kabul edin, biz konferansı toplarız.” şeklinde bir öneri getirir. Önce İngiliz, sonra İtalyan delegeleri Lozan’dan ayrılınca Türk delegasyonu da, Hükümetin ve Meclisin görüşünü almak için yurda döner. Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ve Bakanlar Kurulu Başkanı Hüseyin Rauf Bey, Mecliste günlerce devam eden görüşmeler sırasında konu ile ilgili ayrıntılı bilgi verirler. Milletvekilleri kıyasıya eleştirilerine devam edince Mustafa Kemal Paşa söz alır.)
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA- (Ankara)- Arkadaşlar, söyleyeceklerim usul ile ilgilidir. Söz konusu olay gerçekten önemli ve naziktir. Sinirli şekilde görüşmelere devam etmek uygun olmaz. Onun için bütün arkadaşları sessiz olmaya çağırıyorum.
Sanıyorum ki arkadaşların sinirlenmesine neden olan konu, olayın neden ve niteliğinin bütünüyle anlaşılmamış olmasından ileri gelmektedir. Bildiğim kadarı ile Bakanlar Kurulu buraya kesin karar almak için gelmemiştir. İzin verirseniz evreleri anladığım şekilde anlatayım.
Milli hedefin elde edilmesi için kesin bir zafere ihtiyaç vardı. Millet ve milletin öz çocuklarından oluşan ordu, kesin zaferi elde etti. Bu güvenle delege heyetimiz çağrı üzerine Lozan Konferansı’na gitti. Aylardan bu yana yapılan çalışmalarda, bu konu tartışıldı. Sonuçta anlaşma devletleri görüşülen ve bazıları görüşülmeyen maddeler içeren bir kitabı delege heyetimize verdiler. Barış projesi adını taşıyan bu kitabın kapsamı, delege heyetimiz tarafından kabul edilemeyecek esaslar taşıyordu. Heyetimiz ertelemeden yararlanıp hükümet merkezine geldi. Durumu Bakanlar Kuruluna anlatarak yeniden talimat istemişlerdir. Yoksa delege heyetimiz, Yüce Heyetinize kabul ettirmek istediği proje ile huzura gelmiş değillerdir.
Bakanlar Kurulu konuyla ilgili bir karar verme zorunluluğunu duydu. Bu karar ya barış görüşmelerine son verip yeniden askeri harekete başlamak, ya da bu kararı erteleyip yeniden barış olanaklarını araştırmaktır. Bugün yapacağımız iş, bir projenin detaylarını görüşme değil, bir iki konuda doğru karar vermektir. Karar verildikten sonra detayları için Yüce Heyetinizin toplanmasına gerek kalmaz.
Yüce Heyetinizin de bildiği gibi; esas konu sınır konusudur. Şu anda Bakanlar Kurulu ve delege heyeti oy birliği ile kararını vermiştir. O karar; toprak konusunda ılımlı hareket etmek ve maddelerden bir kısmını çıkarıp, üst tarafını imza ederek barışa katkıda bulunmak şeklindedir. Biri Karaağaç’dan vazgeçmek. İkincisi, Musul konusunun çözümünü sonuçlandırmak için, İngiltere ile Türkiye’nin bir araya gelip konuyu bir yıl ertelemesidir.
Musul konusunda direndiğimizde, savaşa girmemiz gerekir. Bu konuda sakin şekilde karar verilmelidir. Çıkarımız bunu gerektiriyor diyorsanız, o zaman konuyu tüm detayı ile inceleyip, son kararınızı verirsiniz. Bir kısım arkadaşlarımız, konuşmalarını milli anlaşmaya (Misak-ı Milliye)[1] dayandırıyor. Sırrı Bey’e göre, delegeler heyeti milli anlaşmayı yok etmiş, Bakanlar Kurul milli anlaşmadan vazgeçmiştir. Ben de diyorum ki; Sırrı Bey Milli Anlaşmanın ne olduğunu anlamamıştır. Bildiğiniz gibi toprak ve sınır konusu; anlaşmanın birinci maddesi içindedir. Milli Anlaşmanın net sınırı olan haritası, hiçbir zaman olmamıştır. Savaşa girmemek için Musul konusunu bir yıl sonraya bırakmak, ondan vazgeçmek demek değildir. Burayı elde etmek için daha güçlü olduğumuz bir zaman beklenebilir. Bugün barış yaparız, bir iki ay sonra Musul konusunu çözmeye kalkışırız. Ancak bugün Musul konusunu çözmek istediğimizde karşımıza sadece İngilizler, Fransız, İtalyan, Japonlar değil, dünyanın tümü çıkar. Musul konusunda bugün ordumuzu gönderip alacağız dediğimizde bu olabilir. Musul’u çok kolayca alabiliriz. Ancak ondan sonra savaşın son bulacağını sanmayınız. Bu durumu ayrıca söz konusu ederseniz, sakıncaları kendiliğinden ortaya çıkar. Sözümün sonu şudur: Bakanlar Kurulu kendi yetkisi içinde delege heyetine yeniden talimat verip görevini devam ettirir veya savaş kararı verir. Gazeteler değişik şeyler yazmış olabilir. Delegeler heyeti ve başkanınız karşınızdadır.
Kabul edilmesi olanaksız parasal konular, anlaşma koşullarından çıkarılmalıdır. Diğer konular kabul edilebilir niteliktedir.
(Lozan Konferansı ile ilgili gizli oturumda görüşmeler yeniden başladığında, önce Lozan delegesi Sinop Milletvekili Rıza Nur söz alıp, özetle şunları söyler: “Lozan’a gittiğimizde karşımızda bütün dünyayı bulduk. Savaş sırasında İngilizlerle birlikte olan Fransa, İtalya’dan ayrı olarak Amerika, Japonya, savaş sırasında Avrupa’da tarafsız kalmış ne kadar devlet varsa ve Ermeniler, Geldani, Asuriler gibi devlet olmayan toplulukların temsilcilerini dahi önümüze sürdüler. Lord Kurzon, iki de bir eliyle bunları göstererek bize gözdağı vermeye kalktı. Önce Sevr anlaşmasını ileri sürdüler. Daha sonra buna başka maddeler ekleyerek karşımıza çıktılar. Uyrukluk (tabiiyet) konusunda; 18 yaşını bitirenler iki yıl içinde hangi uyruğa geçmek isterlerse onu seçeceklerdir. Azınlık konusunda: Hıristiyan dünyası, Müslüman idaresindeki Hıristiyanların durumuna büyük önem veriyordu. Konu ile ilgili dünyanın her yerinden telgraflar yağıyordu. Örnek olarak Amerika’dan 5 milyon Hıristiyan adına telgraf geldi. İngiliz kiliseleri telgraflar yağdırıyor, papazlar gönderiyordu. Azınlıkların askerlik yapmasını istemediler. Nedenini sorduğumuzda: Siz onları işçi taburu yapar, sonra da kesersiniz dediler. İşçi taburunu Müslümanlardan oluşturacağımızı söyledik, uzun tartışmalardan sonra kabul ettiler.
Patrikhane konusu da büyük tartışmalara neden oldu. Biz patrikhanenin ülkemizden çıkarılmasını önerdik, kabul edilmedi. Ancak patrikhanenin dini konular dışında özelliği kalmadı. Politika ile uğraştığında sınır dışına çıkarılacaktır.”
(Bu arada söz alan Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey şunları söyler: “Arkadaşlar patrikhane konusu, acımadan doğan zarardır. Bu millet asırlardan bu yana zararını çekiyor. Acılı günlerimizde başımızın üzerinde bağırıp çığıran bir baykuştur. Asırlardır hangi olayı karıştırırsanız ya bir patrikhane parmağı veya patrik çıkar...”)
Sinop Milletvekili Rıza Nur konuşmasına devamla: “Ermeniler güneyde ve Van’da yurt verilmesini istediler, bu konuda da tartışma çıktı. Sonuçta istekleri kabul edilmedi.”
Rıza Nurdan sonra, yine Lozan delegesi ve Trabzon Milletvekili Hasan Bey söz alır. Lozan’da mali ve iktisadi konularda yapılan görüşme ve tartışmaları madde madde geniş şekilde açıklar. Bir soru üzerine Osmanlı İmparatorluğundan kalan 159 milyon çil, çil altın borcu ödemeyi kabullendiklerini söyler. Bu borçların Düyun-u Umumiye[2], Osmanlı Bankası ve Tekelden alınıp yenilen paralar olduğunu, bir kısmı ile de aylıkların ödendiğini söyler.
Daha sonra söz alan Dışişleri Bakanı ve Lozan Konferansı Baş Delegesi İsmet Paşa hayli uzun olan konuşmasında özetle şunları söyler: “Önce savaş sırasında tarafların elinde bulunan esirlerin karşılıklı geri verilmesi kararlaştırıldı. Ticaret gemileri savaş ve barış zamanında boğazlardan serbestçe geçebilecektir. Sadece Türkiye savaşa girdiğinde bu konuda her türlü önlemi alabilecektir. Türkiye’nin karada ve denizde donanma yapıp kullanma yetkisi korunmuştur. İstanbul’u baskınlardan ve tehlikelerden korumak için 12.000 kişilik silahlı kuvvet bulundurulacaktır. Bir Türk delegesinin başkanlığında Fransız, İngiliz, İtalyan, Japon, Sırp, Yunan, Bulgar, Romen, Rus ve Amerikalılardan oluşan Boğazlar Komisyonu kurulacaktır. Her devlet boğazlardan ayrı, ayrı on gemi geçirebilecektir.[3] Trakya sınırının 30 kilometrelik kısmı askerden arındırılacak, bu bölgede yalnızca 5.000 kişilik jandarma bulundurulacaktır. Bulgar ve Yunanlılarla sınır olarak, Meriç nehrinin sol yanı belirlenmiştir. Suriye ile 1921 yılında Fransa ile yapılan anlaşmadaki sınırı önerdik. Antakya, İskenderun ve çoğunluğu Türk olup Türkçe konuşulan yerlerde hukukumuzu koruyoruz. Irak sınırı ve Musul bir yıl içerisinde İngiltere ile dostça çözümlenecek. Bu konuda anlaşma olmazsa Milletler Cemiyetinin (Cemiyeti Akvamın) vereceği karara göre sınır düzenlenecektir.
(Bu sırada bir milletvekilinin: “Milletler Cemiyeti hakkımızı vermezse ne olacaktır?” sorusu üzerine) İsmet Paşa; “O zaman savaşırız.” der. “İtalyanların elinde bulunan adaların Türkiye’ye verilmesini istedik. Kıbrıs adasında İngiliz uyruğunda bulunan Türkler, iki yıl içerisinde Türk uyruğuna geçmekte serbest kalacaklardır. Adli, idari, ekonomik kapitülasyonların sona erdiğini söyletiyoruz. Lozan’da görüşmeler sırasında delegelerimizin ve danışmanlarımızın tümü dinlenmiş, görüşleri doğrultusunda hareket edilmiştir.” (İsmet Paşa konuşmasını tamamladıktan sonra birçok milletvekilinin çeşitli konularda sorduğu soruları yanıtlar.
Bakanlar Kurulu’nun görüşünün sorulması üzerine de, Bakanlar Kurulu Başkanı Hüseyin Rauf Bey soruları yanıtlar. Daha sonra Lozan Konferansı Danışmanları Adana Milletvekili Zekayi Bey ve Diyarbakır Milletvekili Zülfi Bey, sorulan soruları ayrıntılı şekilde yanıtlar.
Konu ile ilgili görüşmeler günlerce devam eder. Yüze yakın milletvekili söz alır. Konuşanların çoğu Lozan’da yapılan görüşmeler aleyhindedir. Bir kısım milletvekilleri, biran önce barış yapılmasını isterken, bazıları savaşa devam edilmesini ister. Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa yeniden söz alır).

GAZİ MUSTAFA PAŞA (Ankara) - Arkadaşlar, altı yedi günden bu yana, konu üzerinde Yüce Heyetinizce görüşmeler devam etmektedir. Çeşitli konuşmacılar görüşlerini açıkladılar. Yeteri kadar eleştiri yapıldığı görüşündeyim. Bu görüş ve bilgilendirme ile olayın iyi ve kötü yönleri arkadaşlar tarafından bütünüyle anlaşılmıştır.
Bundan dolayı tartışmaların devamında yarar olmadığı görüşündeyim. Olabilir ki düşmanlarımıza başka şekilde aksedebilir ve zararlı olabilir. İzin verirseniz karara yardımcı olacağı görüşü ile kısaca konuşmak istiyorum.
Daha önce de değindiğim gibi, Lozan Konferansı uzun süre devam etmiştir. Sonunda Anlaşma devletleri delegeleri, heyetimize bir takım koşulları kapsayan barış projesi adını verdikleri bir kitapçık vermişlerdir. Elinizde bulunan tercümesi çok yanlış ve eksik olmakla birlikte anlamı şudur; böyle bir barış projesini kabul etmemiz olanaksızdır. Doğrudan bağımsızlığımızı engelleyen koşullar taşımaktadır. Bunun için bu projeyi kabul etmeyeceğimizi hep birlikte kesin olarak söyleriz. Eğer anlaşma devletleri direnirse; o durumda milletimiz, hükümet ve Meclisimiz için savaş zorunlu hale gelir. O zaman savaş ederiz. Ancak savaştan kaçınıp, barış yolunu üstün saymayan hiç bir arkadaşımız yoktur.
Anlaşma devletlerine delege heyetimiz bir mektup göndermiştir. Ağızlarda dolaşan karşı proje bu olsa gerekir. Bu mektup doğrudan anlaşma devletleri projesini eleştirmektedir. Mektup diplomatik usule uygun yazılmıştır. Kapsamı ise: “Anlaştığımız konuları imza edip barış yapalım, anlaşamadığımız konuları sonraya bırakalım şeklindedir. Eğer bu önerimiz kabul edilmeyecek olursa, yaptığımız öneri yok sayılmalıdır.” şeklindedir.
Bu mektuptan sonra, hepinizin bildiği gibi Lozan’da konferans görüşmelerine ara verilmiştir. Delegeler heyeti Bakanlar Kurulu’na karşı sorumludur. Bakanlar Kurulu da Yüce Heyetinize karşı sorumludur. Delegeler heyeti enine boyuna dinlenildi. Bazı konular nedeniyle, yeni talimat almak için Yüce Heyetinize gelindi. Sizden yeni bir talimat istiyorlar, bu bizim için çok önemlidir. Millet ve memleketin hukuk ve bağımsızlığını tamamen elde etmek için Bakanlar Kuruluna verilecek talimat doğrultusunda delege heyeti hareket eder.
Arkadaşlar benim şahsi görüşüme ve yaptığım araştırmaya göre; Delegeler heyetimiz kendilerine verilen görevi tam ve en iyi şekilde yerine getirmiştir. Milletimizin ve Meclisimizi en iyi şekilde dünyaya tanıtmış, bunda da başarılı olmuştur. Delege heyetimize, Yüce Heyetinizce manevi yönden kuvvet verip, çalışmalarına devam ettirmek gerekir. Bu şekilde yapılacak hareketle barışa kavuşacağımızdan ümitli olabiliriz. Barış yapılacaksa bir an önce yapılmalıdır. Askeri önlemleri almaktan da geri kalmayalım. Bir kısım arkadaşların imzaladığı bir önerge gördüm. Ben de o arkadaşlara katılarak o önergenin Yüce Heyetinizce kabul edilmesini memleket için yararlı, barış için uygun görmekteyim. Yinelemek isterim ki, görüşmelerin bu şekilde günlerce devam etmesinden sakıncalar doğmaktadır. Görüşmeler yeterlidir, önergeyi kabulünüze sunuyorum.
(Bağımsızlık Savaşının kazanılmasından sonra Atatürk, İsmet Paşa, Kazım Paşa, Fethi Bey’i Çankaya’da akşam yemeğine çağırır. Yemek sırasında “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” der. Yemek sonrası da İsmet Paşayla birlikte Cumhuriyet ilanı ile ilgili kanun tasarısını hazırlarlar. Mecliste Cumhuriyet ilanı 29 Ekim 1923 akşamı saat 20:30 kabul edilir. On beş dakika sonra da Mecliste bulunan yüz elli sekiz milletvekilinin oy birliği ile Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir.
[1] Misak-ı Milli: Türk istiklal savaşının temelini oluşturan ve Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında toplanan Erzurum ve Sivas kongrelerinde kararlaştırılarak, 28 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı Meclisi tarafından kabul edilip, tüm millet tarafından sonuna kadar bu konudaki engellerin yenilmesine karar verilen, 6 maddelik anlaşmanın adıdır.
[2] Düyun-u Umumiye: 1881 - 1928 yılları arasında Osmanlı Devleti 'nin dış borçlarını denetleyen bir kurumdu. II. Abdülhamit döneminde kurulmuştur. Sözcük, "Genel Borçlar" anlamına gelir. Düyun-u Umumiye kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı Devleti' nin ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynamıştır.
[3] 1936 yılında yapılan Montrö Anlaşması ile Boğazlar statüsü yeniden düzenlenmiştir.

Hiç yorum yok: