14 Temmuz 2008 Pazartesi

TARİH: 3 TEMMUZ 1920

ASKERİ, SİYASİ, İÇ İŞLERİNİN DURUMU İLE İLGİLİ OLARAK VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ ÜZERİNE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YAPTIĞI KONUŞMA:

(Önce Genelkurmay Başkan Vekili İsmet Bey, Yunanlıların İzmir çıkarması ile, yurdun içinde bulunduğu durum hakkında geniş bilgi verir. Verilen bilgileri yeterli görmeyen bir kısım milletvekillerinin yaptıkları eleştiriler üzerine Mustafa Kemal Paşa söz alır).
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Saygıdeğer efendiler; Yunan ordusunun saldırısı sonucu ortaya çıkan durumun, bütün arkadaşlarımı fazlasıyla üzdüğünü biliyorum. Ancak bir şey anımsatmak isterim. Başımıza büyük felaketler geldikten sonra nedenlerini savunmak uygun olmaz. Bunlar olay meydana gelmeden önce düşünülür. Yunanlıların bu tür bir saldırı yapma olasılığı vardı. Kuşkusuz arkadaşlarım konuyu değerlendirmişlerdir. Şayet alınmakta olan önlemlerde eksiklik varsa, bunu daha önce söylemek uygun olurdu. Ben Bakanlar Kurulu veya arkadaşları savunmak için söz almadım. Gerçek durumu olduğu gibi görmeniz için söz almış bulunuyorum.
Yunan ordusunun saldırısı karşısında neden karşı durulmadı sorusuna yanıt vermek istiyorum. Eksiklik nerede? Bu konuda sanırım İsmet Bey’in vermiş olduğu geniş açıklamalarda yeterli temeller bulabiliriz. Yunanlıların ele geçirdikleri yerde bulunan kuvvetleri, yaklaşık olarak beş altı tümen (fırka) biliniyordu. Bizim eskiden bu yana Yunan cephesinde bulunan kuvvetlerimiz üç tümenden fazla olmamıştır.
Bunlar doğrudan doğruya bir cepheyi tutan ve cepheye yakın yörelerden gönderilen evlatlardan oluşan bir kısım askerdir. Büyük Millet Meclisi’nin kurulması ile yapılan çalışmalarda, doğuda bulunan 23.ncü tümen cepheye gönderilmek suretiyle milli kuvvetlere katılmıştır. Nazilli yöresinde bulunan tümen de tamamen milli kuvvetlerin içine girmiştir. Bunu önceden yapma olanağı bulunmadığını bilirsiniz. Şöyle ki; daha önce bu yetki burada hiç kimsenin elinde değildi.
Cephede var olan kuvvetlerden bir kısmı da ayrılmamış olsalar, şu andaki saldırıyı durdurmaya yeterli olacak mıydı? Buna da evet veya hayır şeklinde kesin yanıt verilemez. Örneğin, Akhisar cephesinde düşman üç tümenle saldırmıştır. Oysa ki bizim Akhisar cephesinde bin beş yüz erimiz vardı. Burası yüz kilometrelik bir cephedir. Az sayıda kuvvetle bu kadar geniş bir cephe savunulabilir mi? Dünyanın hiç bir yerinde bu kadar büyük bir cephe, bu kadar bir kuvvetle savunulamaz karşı konulamaz. Tarihte yarılmayan cephe yoktur. Yarılmayan cepheler kuvvetli ve kuvveti tümüyle uyum içinde olan dar cephelerdir. Bundan dolayı kabul gerekir ki; on tümeni olan bir orduya karşı bizim sizlere sunduğum kuvvetten başka kuvvetimiz yoktur. Oysa ki Batı Anadolu, İzmir ve Ankara yöresi de içinde olmak üzere milletimizin var olan askeri kuvveti, hepinizin bildiği gibi iki, üç kolordudan meydana gelmektedir. Bursa’da bulunan tümenin; İngilizleri ve İngilizlerle birlikte çalışan düşmanları bırakıp oradan ayrılmaları olanaksızdı. Şayet o tümen güneye gitseydi; ola ki cephede bulunan milli kuvvetler tümden yok olacaktı.
Adapazarı yöresinde dördüncü tümen vardı. Eksiksiz bir durumda ve yurdun önemli bir merkezindeydi. Ancak yine hepinizin bildiği gibi bu tümen, başında komutanı olduğu halde, cephanesi ile Adapazarı ve Hendek arasında yok olmuştur. Bakanlar Kurulu, Genelkurmay ve Milli Savunma bu tümeni yeniden canlandırdı, Adapazarı’nı ikinci ve üçüncü kez geri alma başarısını gösterdi. Ancak İstanbul’da bulunan hainler ve İngilizler, düşmanı güçlendirip Adapazarı yönünde saldırıya başlamışlardır. Bu kuvvet son zamana kadar Hendek’ten ayrılamamıştır. Efendiler doğudaki on birinci tümenimizi Yunan cephesi için hazırlamıştık. Ancak bu tümen Bolu ayaklanmasını bastırmak için gönderildi. Bolu ayaklanması bastırıldıktan sonra Fransızlar Zonguldak’ı ele geçirince oraya sevk edildi.
Bundan dolayı Zonguldak’ta bir, Adapazarı’ında iki, Hendek’te bir olmak üzere dört tümenimiz mevcuttur. Yunanlılara karşı hazırlanan bu dört tümenimiz yazık ki cepheye gönderilememiştir. Bunlar kara kuvvetleridir. Bunlardan başka değerli arkadaşlarımızın oluşturduğu beş tümen batı cephesi için kullanılacak kuvvetlerdi. Ancak yazık ki, Etem Bey’in emrindeki bir kuvvet ve beşinci fırka komutanının emrinde bir kuvvet Zile, Tokat, Boğazlıyan, Yozgat yöresindeki asilerle uğraşmaktadır. Bu kuvvetler Yunan cephesi karşısında bulunsa, düşman bu şekilde ilerleyemezdi. Düşman saldırısının başarı göstermesi, bundan ileri gelmektedir. İnsanlar her zaman yanlış yapabilir. Bunun aksini savunmak hiç bir zaman doğru değildir. Bununla birlikte milli kuvvetler komutanı, cephedeki komutanlara; görevinde ihmal gösterenler ile ilgili araştırma yapınız ve sonucunu bildiriniz şeklinde emir vermiştir.

Bundan sonra her şeyden önce ve her nerede olursa olsun düşmanı durdurmak gereklidir. Fuat Paşayı komutan atadık. Yetkisini genişletip tümen komutanı iken, kolordu komutanlığı yetkisi verdik. Fuat Paşa doğrudan Uşak cephesine gitti. Hiç vakit geçirmeden burada düşmanı durdurdu. Düşman üç günden bu yana Alaşehir cephesinde nereye gelmiş ise, orada kalmıştır. Komutanın kendisi o cephenin başında uğraş vermektedir. Düşmana karşı genel savaş (seferberlik) yapmayı hiç biriniz ileri sürüp savunamazsınız. Bunun olanaksızlığını herkes anlar. Genel savaş yapacak ordular ancak silah, cephane ve parayla kurulur. Aksi halde birbirimizi aldatmış oluruz. Şayet bugün Bakanlar Kurulu genel savaş ilan etmiyorsa, bunun en güçlü nedeni budur. Doğrudan doğruya benim adıma komutanlardan sürekli telgraflar gelmektedir: “Düzenli ve büyük kuvvetler gönderiniz, cephane gönderiniz, bunlar olmadığı zaman yeniliriz.” diyorlar. Kardeşlerimiz olayın ve ateşin içinde bizi uyarmakta ve acı bir dille durumlarını iletmektedirler.

Eskiden bu yana halkın eline geçmiş, yurdun her yanında fazla sayıda silah vardır. Ancak halkın elinden silah almak çok zordur. O durumda elinde silah bulunan halkı iyi kullanmak, daha uygun olur. Halkı ordu halinde toplayıp cepheye göndermek de olanaklı değildir. Ancak halktan küçük kuvvetler oluşturmak olasıdır. Bir kısım arkadaşlar halkı uyarma, onlara gerçeği açıklamaktan söz ettiler. Bu görüşe karşı çıkan kimse olamaz. Üstelik bayram nedeniyle yirmi beş, otuz gün yapılan tatilin birinci nedeni, arkadaşlarımızın seçim bölgelerine gidip halkı aydınlatmaları içindir. Bugüne kadar mecliste çoğunluğun sağlanmaması, bir kısım arkadaşımızın seçim bölgelerinde bulunmalarından kaynaklanmıştır. Ancak, ne nedenle olursa olsun Mecliste çoğunluk kesinlikle bulunmalıdır. Milletin yöneldiği yer olan Yüce heyetiniz, olgun ve gururla yerinde durmalıdır. Bir arkadaşımız diyor ki: “Düşmanı Ankara’ya kadar yürümeye özendiren şey, Meclisin dağılmış olduğu söylentileridir.” Eskiden olduğu gibi yurdun bütün yazgısını beş on kişiye bırakmak, düşmanlarımızın eline kuvvetli bir silah vermek demektir. Bu nedenle Meclisin dağılmasından yana değilim. Her şeyi siz düşüneceksiniz. Bakanların hareket ve düşünceleri size ters gelirse, onların yerine değişik öneriler getiriniz. Size egemen olan hiç bir kuvvet yoktur, size egemen olan hiç bir kimse de olamaz (alkışlar).
Büyük Millet Meclisinin kurulduğu günden bu yana, İstanbul hükümeti ve bu hükümete bağlı Ali Kemaller, yaptıkları planlarla düzenli kuvvetleri dağıtmak için uğraşmaktadırlar. Bu nedenle düzenli kadrolar oluşturamadığımız yerler oldu ve erlerin birçoğu kaçtı. Kaçanları getirip o kuvvetleri güçlendirme görevi için Milli Savunma Bakanlığınca gezici (seyyar) jandarma adı altında özenli bir kuvvet toplanmak istenildi. Yine yüce heyetinizde bu konu birçok tartışmaya neden oldu. Kurulmasına karar verdiğimiz günden bu yana henüz yirmi gün olmuştur. Cephede daha yararlı olacak kuvvetleri içte kullanmak zorunda kalmamızın nedeni budur.
Propaganda sorunu sırasında gazete söz konusu edildi. Elde bulunan “Hakimiyeti Milliye” gazetesi için dahi kağıdımız yoktur. İstiyoruz ki sadece Hakimiyeti Milliye gazetesi değil, beş on adet gazete çıkarılabilsin. Ayrıca yabancı gazeteler çıkarılsın, bunlar istenilen şeylerdir.
Sovyet Cumhuriyeti ile gelinen son durumu açıklayacağım. Rusya’nın 11.nci ordusu Bakü’ye gelmişti. Azerbaycan’lılar bunları iyi karşıladı. Biz de bir an önce Bolşevik Rusya ile ilişki kurma gereğini duyduk. Daha önce Erzurum’da bulunduğumuz sırada bir kısım arkadaşlarımızı görevli olarak göndermiştik. Ancak aylar geçtiği halde gönderdiğimiz heyetten bir yanıt alamadık. İkinci kez bir heyet gönderdik. İlk heyet Moskova’ya gitmiş bulunuyor. İkinci giden heyet de oradan aldığı yanıtlarla Trabzon’a geri geldi. Mektubumuzu almışlar, memnun olmuşlar. Hakkımızdaki düşüncelerini de çok açık ve kesin şekilde bildirmişler. İzin verirseniz kısa bir analiz yapalım: Bir kere Türkiye’nin bağımsızlığını doğal buluyorlar. Türk topraklarının bizde kalmasını uygun görüyorlar. Arabistan ve Suriye’nin milli sınırlar dışında bağımsız bir devlet olmasını kabul ve ilan etmiştik. Ancak anlaşmada milli sınırlarımız içerisinde bulunan çeşitli ırklara ait İslam halkının, oyuna başvurulmak istenmektedir. Örnek olarak Ermenistan’daki insanların bağımsız olmalarını kabul ettik. Ancak bu durum Kürdistan ve Lazistan ile ilgili değildir.
Bizce kesin ve belli olan bir durum varsa o da, milli sınırlar içerisinde Kürt, Türk, Laz, Çerkez ve benzerlerinin çıkarları ortaktır. Kendi istekleri ile kardeşçe ve dinden gelen bir birlik vardır, aksine bir görüş yoktur. Bundan dolayı hiç kuşkulanmayın. Kürt, Laz ve benzerlerinin oyu sorulduğunda bu oyu vereceklerdir. Trakya kendi geleceğini kendisi belirleyecektir. Bu konudaki görüşümüz bilinmektedir. Bizim için çekinecek bir durum yoktur. Azınlıklar ile ilgili tüm medeni dünyanın kabullendiği koşulları biz de kıvançla kabulleniyoruz.
Boğazlar sorunu için ileri sürdükleri koşul; “Karadeniz kıyısında bulunan devletler, boğazların yazgısını çözümlemelidir.” şeklindedir.
Azerbaycan’da Bolşeviklere karşı olanlar vardı. İngilizler; “Türkiye bizimle anlaştı, Bolşeviklerle savaşınız.” dediğinde, oradaki arkadaşlarımız ellerindeki kuvvetle çarpıştılar ve yenildiler. Biz söylenenlerin asılsız olduğunu kendilerine bildirdik. Bolşevikler, bu savaş başlayınca, Ermenilerle birlikte sınırda bulunan müslüman halka Olti yönünde saldırıya geçtiler. Yanlışlığı ortadan kaldırmak ve bu ilişkide gerçekten içtenlikli olduğumuzu anlatmak için girişimde bulunduk. Oradaki delegemiz, bir Rus Sovyet heyetinin, Erzurum’da bizimle görüşmek üzere yola çıktığını bilirdi. Söz verdikleri paradan bir kısmını kendi delegelerine vermişler. Şimdiye kadar ulaşamamalarının nedenini Azerbaycan saldırısı olarak düşünüyoruz. İki üç gün önce aldığımız haberde, Tiflis üzerinden gelmekte oldukları anlaşıldı. Sovyet Rusya ile olan ilişkimizin son noktası budur.
BİR MİLLETVEKİLİ: Gürcistan Bolşevik olmuş mudur?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (devamla): Gürcistan’da çoğunluğun Bolşeviklerle birleşmeyi istediği anlaşılıyor. Gürcistan bizimle siyasi temas kurmuştur. Batum civarında Gürcü müslüman halkın egemen olduğu anlaşılıyor. Sovyet Rus Cumhuriyeti’nin bize söz verdiği yardımları ödemesini bekliyoruz. Maddi ve manevi yardımlarını sağlamak için çalışacağız. Ancak daha önce de sunmuştum: Biz kendi varlığımızı, kendimiz koruyacak şekilde hareket etmeliyiz ki umutsuz olmayalım.
Batı cephesindeki acıklı görüntü hiç birimize üzüntü vermesin. İnşallah el birliği ile yurdun tüm kaynaklarından yararlanıp sonuçta düşmanlarımızı yeneceğimize inanalım. (Alkışlar)
Musul ve Cizre arasında İngilizlerle devamlı savaşmaktayız. En son aldığım bilgiye göre İngilizler yenilmişler. Bu yenilgiden sonra Musul yöresinde savunma hattı kurmaya başlamışlardır. Oradaki arkadaşlarımız büyük başarı elde etmiş, asilere de çok büyük darbe indirmişlerdir.
BİR MİLLETVEKİLİ: İçteki Rumlar için ne düşünüyorsunuz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) – Bildiğiniz gibi Rumlar bu saldırıdan önce, İstanbul ve diğer yörelerde göçe kalkışmışlardı. Biz bu göçe izin vermedik. Olaylar üzerinde bir parça akılcı düşünmeliyiz. Eskişehir’ deki imalathanelerde Ermeniler olduğu söylendi. Burada Rum ve Ermenileri çıkardığımızda tüm makineler duruyor, bu zorunluluk nedeni ile onlar değiştirilemez.
Bilindiği gibi Kazım Karabekir Paşa’ nın kuvveti, savaşa hazır bir ordudur. Bu tümenlerden biri Trabzon’dadır. Trabzon’a bir çıkarma olursa diye yedektedir. Ermenilerin saldırıp Erzurum’u ele geçirmelerinden endişe ediyoruz. Doğu sınırımızı tümüyle güvene aldıktan sonra, orada bulunan kuvvetlere inşallah hiç gerek kalmaz. Ancak gerek olduğunda istenilen yere gönderilir.
Anlaşma Devletleri başta İngilizler olmak üzere, hazırladıkları barış koşullarını bize kabul ettirmek için, Yunan ordusunu kullanıyorlar. Ancak asıl saldırıyı İstanbul’daki Damat Ferit Paşa ve bakanlar kurulu yapmaktadır. Son aldığımız telgrafta Ferit Paşa ve bakanlar kurulu delegesi üç gün önce barış anlaşmasını imzalamışlardır. Bildiğiniz gibi Ferit Paşa, barış anlaşmasını imzalamak için iktidara getirilmiştir. Ancak yalnızca imza yeterli değildir, onun uygulanması gereklidir. Ferit Paşa’nın içte yaptırdığı ve yaptırmak istediği bütün isyan girişimleri sonuçsuz kaldı. Anlaşmış devletler Ferit Paşa’ya; “Barış koşullarını yerine getirmen için istediğin kuvveti sana veriyoruz. İşte Yunan ordusu.”dediler. Bundan dolayı gerçek düşman İngilizlerden önce Ferit Paşa ve arkadaşları ile onları koruyanlardır. (Kahrolsun sesleri).

Hiç yorum yok: