14 Temmuz 2008 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL’İN GİZLİ OTURUM KONUŞMALARI

MUSTAFA KEMAL’İN
TBMM
GİZLİ OTURUM KONUŞMALARI

ÖNSÖZ

İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşayı, Samsun ve yöresinde çıkan olayları engellemesi amacıyla Anadolu’ya gönderir. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan ayrılmadan önce Eski Deniz (Bahriye) Bakanı Rauf Bey (Orbay) yanına gelir. O’nu Samsun’a götürecek vapurun yolda batırılacağını söyler. Mustafa Kemal Paşa; “İstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı yeğlerim.” der.

Samsun’a çıkar çıkmaz, ulusal egemenliğe dayalı Türk Devleti’ni kurma kararındadır. Bu nedenle 21-22 Haziran 1919 gecesi ulusun kendi kaderini kendisinin sağlaması için Amasya Bildirisi’ni yayınlar. Bu bildiride:
1- Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirmemektedir.
3-Milletin Bağımsızlığını kurtaracak yine milletin azim ve kararlılığıdır.
4- Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle dünyaya işittirmek için her türlü etki ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zorunludur.
5- Anadolu’nun her bakımdan en emniyetli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için illerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin en kısa sürede yola çıkarılması gerekmektedir.
7- Doğu illeri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Erzurum Kongre üyeleri, diğer il temsilcileriyle birlikte Sivas genel kongresine katılacaklardır.

Mustafa Kemal Paşa’nın amacı anlaşılınca, Erzurum’a geldiğinde Padişah Vahdettin; “Önce hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur, bir işe karışma.” diye haber gönderir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Padişah ve Harbiye Bakanı’na resmi görevi ile birlikte askerlikten ayrıldığını bildiren telgrafı çeker. Bu telgraftan sonra Sadrazam Ferit Paşa’nın emriyle, Mustafa Kemal Paşa’nın hemen yakalanıp İstanbul’a gönderilmesi istenir.

Padişah Vahdettin’in Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının öldürülmesi için 10 Nisan 1920 tarihinde fetva yayınlar.

4 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul Birinci Sıkıyönetim Harp Divanı verdiği kararla Mustafa Kemal Paşa’nın resmi rütbe ve nişanlarının alınıp idamla cezalandırılmasını kararlaştırır. İdam kararı 24 Mayıs 1920 tarihinde padişah Vahdettin tarafından onaylanır.

Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına çalışıldığı günlerde Düzce, Hendek, Gerede, Bolu, Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara’ya doğru yayılan gericilik ve isyan dalgaları olur. Bağımsızlık Savaşı süresince iç ve dış etkilerle otuz dört yerde isyan çıkarılır. Bastırmak için gönderilen erlere, Halife ve Şeyhülislamın fetvasında, padişahın askerliği affettiği, Ankara Hükümetinin yasal olmadığı anlatılır. Yunan ordusunun Halifenin ordusu olduğu söylenip, askerler kandırılır. Ayrıca asiler erleri zehirlemek için, bir at, 150 lira, bir tüfek sözü verip yanlarına çekmeye çalışırlar. Bu nedenle bir çok yerde askerler, asilerle çarpışacak yerde, silahlarını bırakıp memleketlerine kaçarlar. Kaçaklar yüzünden düzenli ordu oluşturmakta zorluk yaşanır. Ancak Milli ordu, devrimin amacını bildiği için asilerin aldatmacasına kapılmaz.

Bağımsızlık Savaşı sırasında ordu için 45-50 milyon liraya ihtiyaç varken, dört aydır maaş alamayan subay ve erler için 450 bin lira bulunamaz. Askerlerin çoğu yeterli giyecek olmadığından, evlerinden gelirken giydikleriyle savaşmak zorunda kalırlar.

Mustafa Kemal Paşa başlangıçta halife unvanı da taşıyan padişaha karşı çıkmaz, çünkü yakın çalışma arkadaşları ve milletvekilleri arasında padişaha bağlı olanlar vardır. Bunlardan biri Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf (Orbay) Bey’dir. Refet Paşa’nın (Bele) Keçiören’deki evinde yapılan görüşmede Rauf Bey’e saltanat ve hilafet konusunda görüşü sorulduğunda: “Ben saltanat ve halifelik makamına vicdanım ve duygularımla bağlıyım.” der. Refet Paşa’da, Rauf Bey’in görüşlerine aynen katıldığını söyler. 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasına karar verildiğindeyse, bu konuşmayı Rauf Bey yapar.

Meclis gizli toplantılarında: “Mustafa Kemal Paşa bu milletin önünde kutsal bir bayrak olmuştur. O’nu Mecliste gördükçe cesaretimiz artıyor. Başkomutan olarak idareyi ele aldığında kesinlikle zafere ulaşılacaktır.” diyen milletvekilleri olduğu gibi, kıyasıya eleştirenler de olmuştur. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey; “Paşa Hazretlerini emrimizi dinlediği zaman severiz, dinlemediği zaman parçalarız.” dediğinde Mecliste bravo sesleri yükselmiştir.

Mustafa Kemal Paşa eleştirilere karşı yaptığı bir konuşmasında: “Bizim meclisimiz dünyanın en demokrat meclisidir. Ben yüce meclisi oluşturan her bir üyenin görüşlerini söyleyip, eleştiriler yapmasını isterim.” demiştir. Ancak eleştiri ölçüsünün kaçtığı bir toplantıda; bu görevleri yapacak başka kimse varsa, Meclis Başkanlığından ve Başkomutanlıktan çekilmeye hazır olduğunu söyler.

Bir oturumda Hoca Şükrü Efendi şeriat ilanını ister; “İsviçre Kanunu’nun milletin gözünü kör ettiğini” söylediğinde sürekli alkışlanır. Selimiye Camiinde Venizelos’un sağlığı için dua okuyan müftünün duasına amin diyenler vardır. Yunan Ordusu Polatlı yöresine geldiğinde, padişaha bağlı bazı din adamları tarafından kurulan ve Milli Mücadeleyi engellemek için bölücü çalışmalar yapan cemiyetler vardır. Bu cemiyetlerin başında İngiltere’nin korumasında İngiliz Muharipler Cemiyeti yer alır. Kurucuları arasında; Rahip Frew, İngiliz Askeri Ateşesi W.Deeds, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Sait Molla, Ali Kemal ve Refii Cevat Ulunay vardır.

Şeyhülislam Mustafa Sabri, başkanı olduğu İslamı Yükseltme Cemiyeti (Tealiyi İslam), İngiliz Muharipler Cemiyeti ile işbirliği içerisinde kurtuluş hareketini engellemek için büyük çaba göstermiştir.

Padişah Vahdettin istediği fetvaları almak için Mustafa Sabri’yi 5 kez Şeyhülislamlığa getirmiştir. Ne gariptir ki bugün Tokat’ta ilinde
Şeyhülislam Mustafa Sabri adına kurulmuş vakıf vardır.

Bunlar gibi din adamları yüzünden Mustafa Kemal Paşa yaptığı bir konuşmada: “İnsanlık dünyasında, din konusundaki uzmanlık ve bilgi, her türlü hurafelerden (dine sonradan girmiş inançlardan) arınarak, gerçek bilim ve tekniğin ışıklarıyla tertemiz ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine her yerde rastlanacaktır.” demiştir.

Bu koşullarda yurdu kurtarıp başarıya ulaşmak, ancak Atatürk gibi askeri ve siyasi dehası olan biri ile olanaklıydı ve öyle de oldu.

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN
GİZLİ OTURUM
KONUŞMALARI

TARİH: 24 NİSAN 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞINDAN BİR GÜN SONRA GİZLİ OTURUMUNDA YAPTIĞI İLK KONUŞMA:


ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU İÇ DURUM:

Mustafa Kemal Paşa: Efendiler; “23 Nisan 1920 tarihinde açılışta sunduğum geniş bilgi sırasında çalışma alanımızın sınırını belirtmiştim. O sınır ulusal sınırımızdır (Misak-ı Milli’dir). Başlangıçtan beri hem yabancılara hem ulusumuza yalnız bu sınır içerisinde çalışmakta olduğumuzu söyledim. Bütün amacımız bu ulusal sınır içerisinde ulusumuzun rahatını, gönencini ve bu sınırlarla belirlenmiş vatanımızın bütünlüğünü korumaktır. Bütün Türklerin tek vatan ve tek bayrak altında birleştirilmesini amaçlayan Turancılık siyasetini (akımı) bilinçli olarak izlemek istemedik. Çünkü maddî, manevî tüm güç ve varlığımızı vatanımız için kullanmayı tercih ettik, sınırların dışında dağınık biçimde zayıf düşürmekten kaçındık. Yabancıların en fazla korkup çekindikleri İslâmî siyaseti açıkça dile getirmekten olabildiğince sakınmayı zorunlu gördük. Ancak, maddî ve manevî güç karşısında, tüm dünya ve Hıristiyan politikalarının en katı haçlı savaşı yapılırken, sınır dışında bize yardımcı olacak ve dayanak noktası oluşturacak güçleri düşünmek zorunluluğu duymamız da doğaldı. Açıkça dillendirmemekle birlikte dayanak noktası aramayı sürdürdük. Doğal olarak esenlik ve kurtuluş için tek başvuru kaynağımız İslâm dünyası olmuştur. İlişkilerimiz ve dinî bağlarmız nedeniyle İslâm dünyasının ulusumuzun bağımsızlığına yakın ilgi gösterdiğini zaten biliyorduk. Bunun üzerine öncelikle sınırlarımızla bağlantılı bölgelerdeki dindaşlarımızla, ardından doğuda Kafkaslar’daki Müslüman uluslarla, batıda da Batı Trakya ile çeşitli şekillerde bağlantıya geçildi. Bilindiği gibi Suriye, Irak ve Arabistan’la 1914 yılından önce aynı sınırlar içindeydik. Osmanlı Devleti’nin parçası olmaktan fazlaca yakınıyor, bağımsız olmayı amaçlıyorlardı. Bu amaca ulaşmak için kendi güçlerinin yetmeyeceğini anlayınca, ne yazıkki hepimizi yok etmeye yeltenen düşmanlarla işbirliği yaptılar. Düşlerini gerçekleştirme umuduyla İngiliz ve Fransızların eteklerine sarıldılar. Fakat genel savaşın sonucunu ve Suriye’de İngilizlerle Fransızların izledikleri aşağılayıcı yönetim tarzını gördükten sonra, büyük bir hataya düştüklerini anladılar. Bu nedenle bir kısmı kendi içlerinde bağımsız olmak koşulu ile, Osmanlı topluluğu içinde yer almayı düşündüler. Tüm inananlar gibi, Halifelik makamına olan bağlılıkları bu düşünceye varmalarında temel oluşturuyordu. Bir bölümü ise bağımsızlıktan cayıp halife ve padişaha bağlı olarak Osmanlı toplumu içinde yer almak istediler. Suriye’de böyle farklı akımlar bulunuyordu.

Suriye’de İslami bağları hedef alanlarla ilişkilerimizin şekillenmeye başlaması, orada egemenlik kurmaya uğraşan Emir Faysal ve onu destekleyen Fransızların dikkatini çekti. Bunun üzerine Emir Faysal özel delegelerini bizimle görüşmeye gönderdi. Resmi olarak yapılan bu başvuyu kabul etmemizdeki ince noktayı açıklamak istiyorum. Sonuçta Suriyeliler herhangi bir yabancı devletle ilişkiye girmenin kendileri için tutsaklık olacağını anladıkları için bize yöneldiler. Biz ise karşılık olarak şunu söyledik: “Artık milli sınırlarımız içindeki insan (varlığımızı)/kaynaklarımızı ve genel çıkarlarımızı sınırlarımız dışında gereksiz yere harcamak istemeyiz. Ancak birlikte hareket etmek ciddi bir güç oluşturacağından, tüm İslam dünyasının manevi yönden olduğu gibi maddi anlamda da işbirliği yapmasından büyük memnuniyet duyarız. Bu nedenle bizim (sınırlarımız içinde bağımsız olduğumuz) gibi, Suriyeliler de kendi sınırları içinde ulusal egemenlik ilkesine dayanarak özgür ve bağımsız olabilirler. Anlaşacağımız bir yöntemle, federatif veya konfederatif biçimde bağlantı oluşturabiliriz.” Emir Faysal, cevabımızı beklentilerinin ötesinde bulan Suriyelilerin tavrı karşısında, kendi amacını gerçekleştirmekte zorlanacağını anlamıştı. Ayrıca, Suriye içinde başlayan, bizim de kulağımıza gelen kimi hareketlenmeler de Emir Faysal’ın, egemenliği kolaylıkla ele geçiremeyeceğini, Fransızların da burayı bağımsız bir devlet olarak kullanamayacaklarını anlamalarını sağlamıştı. Bu nedenle bizimle ilişki kurarak, dış baskılara karşı koyacak para ve güçleri olmadığını, Türkiye destek verirse Fransızları ülkelerinden kovabileceklerini söylediler. İnandırıcı bulmadığımız bu öneri üzerine, siyasi başvurularına aynı şekilde yanıt verdik/(öneriyi geri çevirdik). Bu arada, ilişkimizi sürdürdüğümüz Suriye’deki halk hareketi bize gerçekten maddi ve manevi güç katmıştır. Ulusal sınırımızın güneyindeki bu hareketi dikkate alırsak bunun maddi karşılığını görebiliriz.

*********Irak’ta İngilizlerin yaptıkları İslam halkını fazlasıyla gücendirmiştir. Biz kendileriyle ilişki kurmadan önce onlar bizi aradılar ve eskiden olduğu gibi Osmanlı ülkesinin parçası olmayı kabul ettiler. Ancak biz Suriyelilere belirttiğimiz görüşümüzü onlara da söyledik. Kendi içinizde, kendi kuvvetinizle bağımsız bir devlet olunuz. Biz her şeyden önce bağımsızlığımızı sağlamaya çalışıyoruz. Eğer istekleri doğrultusunda hareket etseydik, Musul bölgesinde, Bağdat’ta ayrıca birçok yerlerde olaylar olurdu. Bugün bile bizi yok etmeye çalışan düşmanlar Suriye ve Irak’ta bize yönelttikleri kuvvetleri azaltmak zorunda kalmışlardır. Gerek Iraklıların, gerek Suriyelilerin bu iki yöredeki dindaşlarımızın kalpleri bizimledir. Eğer amaçlarına inanırlarsa bunlardan fazlasıyla yararlanmak olanaklıdır.

Kafkasya bilindiği gibi; Kuzey Kafkasya, Çerkezistan, Gürcistan ve Ermenistan bölümlerinden oluşur. Çerkezler başlangıçta bu yana fazlasıyla duyarlı davrandılar. Eskiden bu yana Kuzey Kafkasya’da bağımsız yaşamak isteğini duyarak bunun için çalışmışlardır. O yörede hareket halindeki Danikin güçleri, Kuzey Kafkasya ve Dağıstan’ı ele geçirmek için baskı yapmışlardır. Bu saldırılara karşı milli duygularla hareket eden Çerkezler, yine amaçları için çalışmışlar ve bizimle de içten ilişki içine girmişlerdir. Kendi varlıklarını Türkiye’nin kurtuluşu ve bağımsızlığı ile bağlantılı görmüşlerdir. Kafkasya çalışmaları, dilekleri ve ulusal kaderleri, tümüyle vatanımızın bir parçası gibi kabul edilebilir. Bütün bu bölgedeki oluşumlardan doğrudan bilgi sahibiyiz.

Azerbaycan hepinizin bildiği gibi bağımsızlığını onaylatmış durumdadır. Millet olarak bize karşı içtenlik taşımaktadırlar. Ancak henüz bağımsızlığımıza kavuşmadığımız için onlarla ilişkilerimiz devlet bazında değildir.

Ermeniler ise tüm dünyanın kendilerine sahip çıkmasına alışmışlar. Siyasi amaçlarının gerçekleşmesi için nasıl çalıştıkları bilinmektedir. Ermeniler, Erivan Ermeni Hükümeti bölgesi içindeki İslam halkını yok etmekle uğraşmaktadırlar. İngiliz ve Amerikalıları aleyhimize kışkırtmaktadırlar. Ancak oradaki İslam halkı her yerden korumasız kalınca, doğal olarak kendi yaşam ve namuslarını korumaktadır. Başlangıçtan bugüne kadar Erivan Ermeni Hükümeti Bölgesi içerisinde savaş devam etmektedir. Bütün bu çarpışma sonucu zarar görmekle birlikte, dindaşlarımız namus ve saygınlıklarını korumaktan geri kalmamıştır.

Gürcistan kabinesi bize karşı içten bir tutum göstermiştir. Özellikle Azerbaycan’la yararlı konularda birlikte hareket etmişlerdir. Ermeniler bu anlaşmanın dışındadır. Azerbaycanlılarla Ermeniler arasında çarpışma olduğu zaman Gürcüler, Azerbaycan tarafını tutmuşlardır. Bugün de aynı durum devam etmektedir. Bizim eski sınırımız ile Gürcistan’ın ilgisi, bilindiği gibi üç sancak (Osmanlı devletinde iller ile ilçeler arasında yer alan yönetim bölümü); Batum, Kars, Ardahan’dır. Biz bu yerleri ülkemizin parçası olarak görüyoruz. Oralarda bulunan İslam halkı da bu görüştedir. Meclisimize katılacak milletvekilleri de yola çıkmıştır.

Kafkasya üzerinde durduğumuz için Rusya’dan söz edebiliriz. Bolşeviklerin (Rusya’da 20.ci yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen devrimci hareketin temsilcileri) kendilerine has bir kısım görüşleri vardır. Bolşevikler sürekli olarak kendi görüşlerini kabul ettirme çabasındadırlar. Ulusumuzun gelenekleri, dini ve kabul edeceği şeyler vardır. Biz her ne yaparsak geleneklerimizi, dinimizi göz önünde bulundurmak zorundayız. İşte bu nedenle bizimle Bolşeviklik arasındaki ilişki incelemeye ve ayrıntılarıyla düşünmeye değer. Biz hiç kimsenin, hiç bir ulusun adet ve geleneklerine, ulusal görüşlerine karşı değiliz. Yalnız ülkeyi baskıyla yönetmeye (despotluğa) ve yayılmacılığa düşmanız. Avrupalılar Bolşevizmden korkmaktadır. Bizim Bolşeviklerle birlikte hareket edeceğimizden sürekli olarak kuşkulanmaktadırlar. Bağımsızlık şartlarımız sağlanırsa neden onlarla birlikte hareket edelim? Ulusal sınırımız içerisinde, gösterdiğim koşullarda varlığımızı koruduğumuzda, başka bir şey istemek doğru değildir. Ancak her olasılığa karşı hayatımızı korumak için dıştan destek aramak gerekebilir. Bu durumda kendi görüşlerimiz esas kalmak koşulu ile, her kaynaktan yararlanmayı uygun görürüz.

Gerektiğinde Bolşeviklerden ne derece yardım alabileceğimizi anlamak için girişimlerde bulundum. Burada milletimizi ilgilendiren tüm konular görüşüldü. Kesin sonuca varılmış değildir. Eğer kaçınılmaz şekilde ihtiyaç görülürse Yüce Meclisiniz bu konuda daha köklü kararlar alabilir.

Hıristiyan dünyasının varlığımıza son vermek istediğini bilmekle birlikte, onlara karşı bir tutum sergilemedik. Bu nedenle Fransız, İngiliz, İtalyanlarla tekrar tekrar görüştük. İngilizler ilk görüşmemizde milletimizin kendilerine karşı olduğunu söylediler. Bu durumun giderilmesine çalışmamızı öğütlediler. Buna verdiğimiz yanıtta: “Milletimiz İngilizlere karşı değildir, tersine milletimiz, İngiliz milletini dünyanın en büyük, en adaletli, en uygar milleti kabul eder. Ne var ki ateşkes sonrası İngiliz kuvvetleri başkentimize girdiler. Özellikle Aydın ilimizin, İngilizlerin gözetimindeki Yunanlılar tarafından ele geçirildiğini milletimiz anladıktan sonra, İngilizlerle ilgili olarak görüşleri değişti. Gerçekten milletimizin görüşünün yanlışlığı düşüncesinde iseniz, bunu düzeltmek yönünde bir tavır gösteriniz. Ulus yine size yönelir.” O zaman İngilizler; “Size yaşama hakkı verebiliriz, yalnız İstanbul’un durumu anlaşılmamıştır. Boğazlardan vazgeçmez misiniz? Ege denizi kıyısında Yunanlılara ve Fransızlara bir takım ayrıcalıklar vermek sizi sarsmaz sanırız. Birtakım denetimler yapılırsa bundan size bir zarar gelir mi?” dediler.

Efendiler; bu sözleri bana söyleyen Revlenson adında Erzurum ve tüm Kafkasya’da temsilci ve Londra’da yetkili olan bir şahıstır. Kendisi ile ilişkilerimiz devam etmiştir. Hem dost olmak istiyor, hem de bu dostluktan çıkar elde etmek istiyordu. Kendisine bu düşüncesinin yerine getirilmesinin olanaksızlığını söyledik. Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin kendilerini aldatıp birtakım raporlar verdiğini, bu raporlara dayanarak yanlış kararlar alındığını anlattım. Londra’ya gittikten sonra bunları değiştireceğini söyledi. O tarihte İstanbul’da bulunan İngiliz siyasi görevliler yer değiştirmiş, yerlerine başkaları gelmişti. Revlenson İstanbul’a gelir gelmez bizimle görüşme istedi ancak, hainler tarafından etrafları çevrildi. Bizimle görüşme isteği bu nedenle sonuçsuz kaldı. Bir süre sonra yeniden Trabzon ve Erzurum’a geldi. Burada bilinen esaslar içerisinde kendi görüşümüzü yineledik. Bilindiği gibi amacımız, ulusun bağımsızlığı ve vatanımızın belirli sınır içerisinde bütünlüğünü sağlamaktır. Revlenson bunun kesin olduğunu anladıktan sonra işi karşılıklı konuşma ile geçiştirdi. Görülüyor ki, İngiliz’lerin bize karşı dostluğu yalnız kendi çıkarları içindir. Bizim çıkarlarımızı ilgilendiren hiçbir girişimleri olmamıştır.

Diğer yandan Fransızlarla da görüşmelerimiz olmuştur. Suriye olağanüstü temsilcisi Picot, Sivas’a kadar geldi. Kendisi Fransa Hükümetinin bize karşı tavrını egemenliğe aykırı buluyordu. Açıkça Kilikya (Adana, Mersin’in batısı, Antalya’nın doğusu, Konya’nın güneyini kapsayan bölge) dahil, Suriye’yi sömürge yapmak istiyorlardı. Suriye’de ekonomik çıkar sağlandığında Kilikya’yı boşaltacaklarını söyledi. Kendisine: “Bizim için bir Kilikya bir de Türkiye sorunu yoktur. Bir sorun vardır, o da Türkiye sorunudur. Yurdumuzun ve ulusumuzun bağımsızlığı konusunda anlaşmak gerekir.” Genelde her şekilde bize yardım sözü verdi. Bütün bu verdiği sözleri uygulatmak için Paris’te çalışmak zorunda olduğunu söyledi. Barış sözleşmesi sağlanana kadar Kilikya için hiç bir girişimde bulunulmamasını rica etti. Fransa temsilcisine şunu belirttik: “Halen Fransızların elinde bulunan bölgelere güç gönderip çatışmaya girilmeyecek. Yalnız elinizde bulunan ve güvenliğinden sorumlu olduğunuz Kilikya, Maraş, Urfa gibi bölgelerde Fransızlar tarafından silahlandırılan Ermeniler’in Müslüman halka saldırıp onları öldürmesi sonucu meydana gelecek direnmeden hiç bir sorumluluk kabul etmeyiz. Bu tür olayların önlenmesi için gerekli önlemleri alınız. Valimizi yeniden atayıp, devlet görevlilerini yerinde bırakacaksınız. Müslüman halka saldıran Ermenileri oradan uzaklaştıracak ve bundan sonra kışkırtıp, silahlandırmayacaksınız.” Bunlara kesin olarak söz verdi ve ayrıca Sivas’ta ilgililere gerekli bildirimde bulundu. Sonuçta valimiz oraya gitti, göreve başladı ve durum iyileşir gibi oldu.

Ancak Kilikya’daki kuvvetlere komuta eden Fransız albay Odeyremon Müslüman düşmanı ve Ermenileri koruyan biridir. Baskıdan bir an bile vazgeçmedi. Bunun sonucu olarak Maraş’ta Müslüman halka saldırıda bulundular ve birçok görevliyi tutukladılar. Müslüman halk saldırılar karşısında kendisini savundu, karşılıklı çarpışma oldu ve Fransızlar geri çekildi. Bu çarpışma sırasında Fransız kılığında Müslüman halka saldıran bir kısım yabancılar, kendi hayatlarını koruyan Müslüman halk ile iki ateş arasında kalıp öldüler. Bu durum, bütün Avrupa ve Amerika’da fazlası ile büyütüldü. Oysa ki ulusumuz tarafından saldırı yapılmış değildir, sadece olan saldırıya karşılık verilmiştir. Ayrıca Fransızlar çekildikten sonra daha ileriye gidilmekten vazgeçilmiştir. Urfa’da aynı durum olmuştur. Yine Fransızların kışkırtması ve koruması ile Müslüman halka saldıran Ermeniler yüzünden çarpışma olmuştur. Sonuçta Fransızlar orayı da bırakmak zorunda kalmışlardır. Fransızlar Maraş’tan çekildikten sonra yeniden Maraş’a, Urfa’ya geldiler. Ancak yenilgiyi onur sorunu yapıp daha büyük bir saldırıya geçmediler.

Öte yandan Kilikya’da Müslüman halk saldırı karşısında devamlı karşılık verdi. Bu direniş Fransızların çekilmesiyle son buldu. Son zamanlarda yalnız Adana, Tarsus ve Mersin’de Fransız gücü bulunuyor.

İtalyanlar genelde hoşgörü ile el koyma yolunu seçmişlerdir. Kendileriyle hiç bir olay olmadı. Onların tek istekleri ekonomik çıkar sağlamaktır.

Gerek İtalyanlar, gerek Fransızlar ülkemizden ekonomik çıkar sağlamak için, devletimizin bağımsız kalmasını istemişlerdir. Yabancı bir devletin tutsağı olmamızı kendi çıkarları için uygun görmemişlerdir. Bu iki devlet bunu görüşmelerimiz sırasında söylediler ve halen de söylemekteler.

Yunanlılar doğrudan doğruya İngilizler tarafından korunarak bulundukları yeri koruyorlar ve çıkmak amacında olmadıkları anlaşılıyor. Trakya son olaylar nedeniyle zor koşullar içinde bulunmakla birlikte devamlı bizimle ilişkiyi korumaktadır. Ancak Fransızlar, onları güçsüz gösterip, korumaları altına almaya çalışmaktadırlar. Trakyalı yurttaşlarımız ise, kurtuluş için direnmektedir.

Efendiler, geleceğimizi, bağımsızlığımızı kazanmak yolunda karşımıza çıkan düşmanların emellerini yakından biliyoruz. Bu amaçlarını elde etmek için kullanacakları kuvvetleri de biliyoruz. Ancak onlar sahip oldukları güçleri tam olarak kullanmıyorlar. Sona ulaşmak için buldukları en güçlü araç; bizi birbirimizle çarpıştırmak olmuştur. Yazık ki İstanbul’da düşmanlarımızdan daha çok çalışarak, onların hedef ve isteklerini kolaylaştıranlar var. Bunların yardımları, yurdumuzun bir kısım yörelerinde, ulusun birliğini, dayanışmasını, dışa karşı yetersiz göstermektedir. Bu durum ülkemiz içerisinde güvensizliğe yol açmaktadır. Örnek olarak Anzavur, uzun zamandan bu yana İngilizlerin parası, silahı, kışkırtması sonucu İstanbul’da nitelik ve görüşlerini sunduğum kimselerle birlikte çalışıyordu. Bazıları millet tarafından yola getirildi, ancak tümüyle yok edecek önlem alınamadı. Son olaylar sırasında Anzavur yine büyük düşmanların öncüsü olmak üzere Biga’da göründü. Toplayabildiği haydutlarla Gönen’i, Bandırma’yı ve Balıkesir’i ele geçirdi, Bursa’yı büyük zarara uğrattı. Düşman ve Yunan karşısında bulunan güçlerimizin arkasından Yunanlılarla birlikte hareket etti. Bütün bu yaptıkları halkımızı üzdü, düşmanlarımızı güldürdü. 16 Mayıs 1920 tarihinden bu yana devam eden bu acının daha çok yayılmasına izin vermenin kötü sonuçlanacağını anlayıp, önlem almak zorunda kaldık. Bunun üzerine, çeşitli yerlerden gönderilen güçler isyancılarla çarpıştı. Anzavur’un çevresindekiler yenilerek dağıldı. Yüce Meclisiniz gelişmeleri yakından izlemektedir.

Düzce, Pendik, Bolu, Adapazarı, İzmit yörelerine de önem vermemiz gerekmektedir. Oralarda yine ülke ve millet zararına görüşler meydanlarda söyleniyor. Bir ara Adapazarı’nda ayaklanma oldu. Bazı arkadaşları gönderdik, kandırılmış olanlar bilgilendirilip uyarıldı ve huzur sağlandı. Ancak İzmit’i ele geçiren İngilizler para ile aynı ateşi körüklemekte devam ediyorlar. Adapazarı olayından sonra Hendek’teki küçük bir askeri birliğimize saldırıp silahlarını almışlar. Bu durumu alınan önlemlerle ortadan kaldırdık. Düzce’de bir kısım insanlar toplanıp, valiliği, Telgrafhaneyi basmışlar. Bu işleri serkeşlikle yapıyorlar. İngilizler ve Avrupalıların amacı şunu kanıtlamaktır: “Birbirleriyle çarpışıyorlar, bunlar kendi kendilerini idare edemezler. Bir müdür gerekli ki bunları yönetsin.”

Düzce, içinde bulunduğumuz günün olayıdır. Bolu sancak yöneticisi Haydar, Düzce’de toplanan bu asilerin, Bolu’ya saldırmayacaklarını bildirdi. Bolu’da az sayıda jandarma kuvvetimiz vardı. Zonguldak ve güneyinde üç taburla bir piyade alayının birini orada bıraktık, diğerlerini Bolu üzerinden batıya asilerin yayılmasına engel olmak için gönderdik. Haydar Bey’e gerekli önlemleri almasını bildirdik ancak, kendisine güvenimiz yoktu. Kendisinin asilerin tarafında hareket ettiğine dair kanıtlar bulundu. Aldığı önlemlerde bizi aldatmıştır. Asileri durdurmakla görevli güçleri oyalıyor, kandırıyor ve asıl amacını gizliyor. Haydar bey bir gün Bolu dan Düzce’ye asilerin yanına gidip, oradan emir vermeye başladı. O bölgeyle bağlantı ve ilişkimiz kalmadı. Merkezler ayrıldı, gönderdiğimiz güçlerden bilgi alamadık. Durumu görüp, anlamak için Trabzon Milletvekili Hüsrev Bey, Lazistan (Rize) Milletvekili Hüseyin Bey, Bolu Milletvekili Fuat Bey ve Şükrü Beyler Bolu’ya gönderildi. Onları korusun diye on sekiz, yirmi kişilik küçük bir askeri birlik verildi. Gerede’de bir alayımızın olduğunu biliyorlardı. Sonradan aldığımız bilgiye göre, inşallah doğru değildir, bu değerli arkadaşlarımız asiler tarafından tutuklanmıştır. Düzce’de ortaya çıkan bu durumu önlemek için, değerli komutanlarımızdan yirmi dördüncü tümen komutanı Mahmut Bey’i görevlendirdik. Mahmut Bey kuvvetleri ile Geyve’den Hendek’e doğru hareket etti. Oraya vardığını öğrendik. Ancak Bolu ve Adapazarı üzerinde telgraf telleri kesildiği için, önceki gün saat ikiden bu yana Mahmut Bey kuvvetleri ve şahsı hakkında bir bilgi alamıyoruz.. En kötü durum düşünülüp yeniden önlem alınmıştır. Bir kısım aksi propagandalar sonucunda halk isteksiz hareket etmektedir. Örneğin, üç gün önce Beypazarı’nda, iki üç bozguncunun kışkırtması sonucu halk toplanıp telgrafhaneyi basmışlar. Askeri güç göndermek gerekti. Aynı duruma benzer bir olay daha kuzeyde, Nallıhan’da ortaya çıktı, buna karşı da önlem alınmıştır.

Özet olarak bugün istenilmeyen ve rahatsızlık veren bu durumları sunuyorum. Başka yerlerde de ufak tefek duyarlılıklar vardır. Düşmanlar kurnazlıklarının sonucu kendilerini olayın dışında gibi göstermektedirler. Halk İstanbul’un işgalinden dahi bilgi sahibi değildir.

İşte bu kadar dalgınlık içerisinde bulunan halkımıza olaylar nazikçe anlatılabilir. Bununla birlikte durum çok hassa olduğu için de her olay karşısında en kesin ve gerçek önlemleri uygulamak gerekir. Allah korusun bir kere dağılma meydana gelirse, yeniden bir araya getirmek ve dışa karşı bir güç ve iktidar halinde var oluşumuzu anlatma olanağı kaçırılmış olur.

Durum bu şekilde açıklandıktan sonra hareket için iki şeyden birine karar vermek gerekir. Birincisi; Damat Ferit Paşa’nın kabul ettiği durumu kabullenirsek; onurumuzu, hayatımızı, her şeyimizi bırakıp, İngilizlere tutsak oluruz. O zaman yapılacak başka bir şey yoktur. Yok eğer millet olarak, insan olarak, namus ve onurumuzla yaşamak istiyorsak, bütün gücümüzü kullanıp, bizi yok etmeye çalışan düşmanların amaçlarını kırmalıyız. Bütün arkadaşlarımızın bu kutsal duygularla buraya geldiklerine inanıyorum. Yerine getirecekleri tarihi görevin büyüklüğünü, nezaketini ve önemini tüm açıklığı ile anlamışlardır.

İstanbul, padişahlık ve halifelik merkezi demektir. Ancak düşmanların resmi olarak işgali altındadır. Bugün İstanbul demekle Londra demek arasında hiç bir ayrım yoktur. İstanbul da, İslam aleminin sevgi ile bağlı olduğu halifemiz ve padişah bulunuyor. Onlarla bağlantımız ancak bu yüce makamın aracılığı ile olabilir. Bir heyet seçip gönderirsek iki şey akla gelebilir. Birincisi; bu heyet İstanbul’a İngilizlerin bilgisi, belgesi olmadan giremez ve çıkamaz. Heyet, padişaha ancak milleti, İngiliz istekleri doğrultusunda sevk ve idare edeceğini anlatırsa gidebilir. Eğer millet birliğini koruyor, bağımsızlığından kesinlikle vazgeçmez denirse; görevli heyetin yeri, padişah makamı değil, Malta olur.

Padişah namaz kılmak için camiye gittiklerinde kendisini koruyan askerler İslam askerleri değil, İngiliz askerleridir. Bu üzücü şartlara düşmüş olan padişahla özel görüşme olanaksızdır. Daha dün Halife tarafından yayınlanan düzmece açıklamalar tümünüzün bilgisi dahilindedir. Özgürlük serbesliğine sahip olan bir Halife, bu tür bir açıklama verdirir mi?

Hepinizin bildiği gibi İstanbul Hükümeti’nin emirleri yoruma ihtiyaç göstermektedir. Şimdiki bakanlar kurulundan önce İstanbul da Milli Savunma Bakanı olan Fevzi Paşa Hazretleri; dürüst, saygın ve onurlu bir komutandır. Kendisini yakından tanıyan arkadaşlarımızın onayladığı gibi, kuşku duyulmayacak seçkin niteliklere sahiptir. İstanbul da verdiği bir emirde: “İngilizlere saygı göstereceksiniz, İngilizlerin emirlerini dinleyeceksiniz, bu şekilde hareket etmediğiniz zaman yok oluruz. Bu davranışı hamiyetli milletten rica ederim.” diyor. Biz dikkatli davranıp bu konuşmanın düşman tarafından not edildiğine karar verdik. Fevzi Paşa’nın yaveri Salih Bey buraya gelip: “Paşaya bu konuşmayı süngü altında zorla imza ettirdiler. O emre önem verilmemesi için beni gönderdi.” dedi. Fevzi Paşa İstanbul’dan ayrılmış, Geyve’de bulunuyor. Bir saat önce kendisi ile görüşüldü.

İçişleri Bakanı Hazım Bey de aynı şekilde ülke yönetiminde bulunan görevlilere dilekte bulunuyor: “Aman İngilizlere bir şey yapmayınız.” diyor. Şimdi İstanbul Hükümeti’ne nasıl güveneceğiz?

İzin verirseniz bir olaydan daha bahsetmek istiyorum. Efendiler, içteki durumla ilgili detaylar hakkında yine birlikte çalışacağız. Meclis Başkanlığı söz konusu olduğunda güveniniz ve yakınlığınız karşısında kendimi borçlu görüyorum. Bütün arkadaşlarım şahsıma karşı büyük sevgi gösterip: “Seni başkan seçelim.” dediler. “Bu durumu şahsımın dışında bir olay olarak kabul etmek daha doğru olur. Benim maddi varlığımı bırakalım, bir ad üzerine konuşalım.” dedim.

Amacımıza ulaşmak için düşmanlarımıza karşı milletin güçlü olduğunu kanıtlamak gerekir. Yüce makamda bulunanlar kuşkusuz bu gerçeğin kanıtıdır. Sadece milletimizce değil, yabancılar tarafından da bilinmelidir.

Düşmanlarımız bu gerçeği devamlı saklamaktadırlar. Medeni dünyaya karşı milletimizi, birlik yapabilecek, kendi kendini idare edecek nitelikten yoksun göstermek istiyorlar. İngilizlerin İstanbul’u işgali sırasında hükümete verdikleri notada benim adım söylenmiş. “Bu insan tanınmaz ve lanetlenirse, milli mücadele temelinden yok olur.” denilmiş. Ayrıca ülke içerisinde millete karşı olumsuz propaganda yapılmaktadır. Bunlar gerçek olmamakla birlikte düşmanların elinde bir silahtır. Söylenenlerden anlaşılıyor ki olay yine kişisel olarak gösterilmektedir. Yüce amacımızı elde etmek için düşmanlara koz verecek eylemlerden sakınmamız gerekir. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmek zorundayız, o da yurdun kurtuluşudur. Burada söz konusu olacak şahıs sorunu, hatır gönül olayı değildir (alkışlar). Tüm gerçekleri bilerek karar vermenizi, ülkenin yararına olacaktır. Millet bağımsızlığını elde edeceği güne kadar şahsen bütün varlığımla çalışmaya kutsal sayılan her türlü inançla söz veririm. Bu sözü burada tekrar etmekle onur duyarım. (Alkışlar)

TARİH : 1 MAYIS 1920

BOLU YÖRESİNDE AYAKLANMA, İZMİR CEPHESİ, ANZAVUR HAREKETİ, ADANA CEPHESİ VE SİYASİ OLAYLAR İLE İLGİLİ OLARAK MUSTAFA KEMAL PAŞA’ NIN KONUŞMASI:

Efendim, iç durumla ilgili olarak bilgi vermemi arzu etmişsiniz. Genel olarak bildiğiniz, içinde bulunduğumuz durumu anlatacağım. Önce Bolu ve çevresinden bahsedeceğim. Bildiğiniz gibi Nisan ayının on üçüncü günü Düzce’de bir ayaklanma meydana gelmiştir. Orada bulunan askeri birlik ve jandarmaya saldırıldı. Aslında az sayıda olan bu askerin silahları ellerinden alındı. Bir subay şehit edildi, birkaç kişi yaralandı.

Bu ayaklanmanın nedenlerini araştırdığımız sırada, aldığımız bilgiye göre bunun kışkırtıcıların; Düzceli Sefer, Vehap, Kamil ve Rifat Bey adındaki şahıslar olduğu anlaşıldı. Bunlar İstanbul’dan özel olarak, para ile görevlendirilmiş bir takım insanlardır.

Başsız kalan ve belirsiz bir takım cereyanlara sahne olan Bolu için, sadece kuvvet göndermek yetersiz olmuştu. Sevk ve idareye yeterli bir arkadaşın gönderilmesi zorunlu oldu. Bu amaçla saygıdeğer arkadaşlardan Hüsrev Bey’i (Gerede) görevlendirdik. Ayrıca önlem olarak Ankara’daki kuvvetlerimizi artırdık.

Geyve’deki kuvvetleri yola çıkardık, bu kuvvetler ayın 18’inde Adapazarı’na ulaştı.

Bir gün sonra, Beypazarı aşağı yukarı aynı nitelikte ayaklandı. Orada da halk kura çekip askere alınacak insanları aldatarak toplamışlar. İlk yaptıkları şey haberleşmeyi kesmek olmuş. Daha sonra orada bulunan silahları halka dağıtmışlar. Bu tarihte Mahmut Bey idaresindeki kuvvetler Adapazarı’na ulaştı. Beypazarı’nda ayrı bir kuvvet yoktu. Beypazarı’ndaki olayları bastırmak için az sayıda askeri birlik gönderildi.

Ayın 20’sinde Hüsrev Bey ve arkadaşları Gerede’ye varmak üzereydi. Hüsrev Bey’e uğradıkları yerlerle ilgili genel bilgi verilmişti. Ayrıca Gerede’ye önlem alınıp girilmesi gerektiği bildirilmişti. Aldığımız bilgiye göre, Gerede’de bu heyet coşkulu şekilde karşılanmış. Ancak içeri alındıktan sonra tümü tutuklanmış. Gerede, bu şekilde ayaklandı.

Ayın 21’inde Mudurnu, ayın 22’sinde Nallıhan ayaklandı. Ayaş’ta ayaklanma belirtisi görüldü.

Aynı günlerde Ankara’nın kuzeyindeki Yabanabat (Kızılcahamam) ayaklandı. Oraya da Düzce beylerinden biri gizlice çalıştıktan sonra halkı çeşitli şekillerde kandırıp toplamış. Hükümet binasına saldırıp kaymakam ve jandarma komutanını almışlar, orası da ayaklandı.

Ayın 25. nci günü Mihalıççık’ta da dıştan gelen kuvvetlerin etkisiyle, ayaklanma belirtisi görülüyor. Aynı gün Geyve’nin batısında bulunan Taraklı’yı telgrafla ayaklanmaya kışkırtıyorlar. Safranbolu’da hassaslık görülüyor. Gerede’nin doğusunda Mecidiye ayaklanıyor.

Özet olarak, ayın 13’ünden bugüne kadar, 19 gün içerisinde, Düzce’de patlayan bir ateş doğuya ve güneye yayılıyor. Genel olarak belli yerlerden idare edildiği anlaşılıyor. Önlemlerimizi uygulamaya devam ediyoruz. Alınan önlemler sonucunda Kastamonu’dan Safranbolu yönüne bir kuvvet yola çıkardık. Safranbolu’ya egemen olan bu kuvvet, olayların doğuya geçmesini engelledi.

Kastamonu’dan getirttiğimiz kuvvet, Çankırı yöresinde bulunduğu sırada Gerede ve Mecidiye ayaklanması meydana gelmişti. Hemen Çankırı’dan bu kuvveti ayırdık, batıya Çerkeş yönüne gönderdik. Kuvvetlerimiz Çerkeş’in batısına geçti ve Mecidiye’de yaptığı çarpışmada asileri yendi ve dağıttı.

Sıra ile izliyorum. Bugün kuvvetlerimiz Çerkeş’in batısında ve Gerede yönünde gidiyor. İlk olarak Kızılcahamam’da önemli bir ayaklanma yoktu. Az sayıda kişinin karışıklık çıkarması söz konusuydu. Bunu ortadan kaldırmak için küçük bir askeri birlik gönderdik. Bu birliğin hareketi orada haber alınır alınmaz karışıklık çıkaranlar hemen Kızılcahamam’dan ayrıldılar. Ancak hayli yıkıntı yapmışlar; Hükümet konağını, telgrafhaneyi, telgraf direklerini bozmuşlar ve evleri yakıp, yıkmışlardı. Bu nedenle henüz telgraf haberleşmesini sağlayamadık.

Ayaş ve Beypazarı olayı üzerine, Ankara’dan yola çıkan ikinci kuvveti haber almışlar. Oraya vardıklarında, halk kendilerinin kandırıldığını söylemiş. Bu durum bizce de doğrulandı. Artık Ayaş’la fazlaca uğraşmadık. Beypazarı’na ilk gönderilen kuvvet şehrin dış kısmında yer almak zorunda kalmıştı. Onun arkasından giden güçlü süvari birliğimiz, makineli tüfekle buradaki asilerle çatışmışlar ve kaçmak zorunda bırakmışlardır. Bir yandan da idari önlem alıp, Beypazarı kaymakamını zayıf gördüğümüz için yerine başka kaymakam gönderdik. Asiler yola getirildikten sonra yerel önlemleri, sivil idare görevi devraldı ve asker o yerlerden geri çekildi.

Mihalıççık’ ta 25 Nisan günü dıştan gelen asilerin saldırısına uğrayan dürüst ve yurdunu koruma çabası içerisinde olan insanlar, silaha sarılarak bu serserileri tutuklamışlardır. (Bravo sesleri) Kuvvetlerimizden bir kısmını doğuda Sarıköy istasyonuna indirdik, Mihalıççık’a gönderdik. Değerli bir subayın komutasındaki askerler, biraz önce takdim ettiğim kahraman insanları güçlendirdi. Beypazarı’ndan ayrılan kuvvetlerimizle asiler arasında çarpışma oldu. Asiler dağınık bir şekilde kaçtı, ortada sadece yumuşak başlı halk kaldı. Asker şehri sakin şekilde ele geçirdi. Bu askeri birliğimiz gönderilen başka kuvvetlerle güçlendirildi. Mudurnu yönünde hareket emri alan birlik, ilk olarak Göynük ve Taraklı’ya vardı. Geyve’ de bulunan kuvvet Binbaşı İbrahim Bey’in komutası altında doğuya doğru hareket etti. Asilerle uzun süre çarpışan bu kuvveti, bir parça daha destekledik. Sonuçta asiler dağıldı ve kaçtılar.

Genel durum gösteriyor ki; ayaklanma bir plan dahilinde yapılmaktadır. Nallıhan’da Arif Bey birliğinin elde ettiği belgelere göre Halife kuvveti adı altında kurulmuş gizli topluluklar var. Mutsuz olan halkı: “Siz halifenin kuvveti oluyorsunuz, onun için çalışacaksınız.” diye aldatıyorlar.
Aldığımız karşı önlemlerle bu akımları Çerkeş, Kızılcahamam, Mudurnu, Taraklı, Geyve sınırında durdurduk. Bu sınırın doğusuna ve güneyine yayılmasını önledik. Ancak bu durdurma, özünde hastalığı iyileştirmez, ocağı kökünden söndürmek gerekir. İzin verirseniz o önlemleri şu an ayrıntılarıyla açıklamak istemiyorum. Şimdiye kadar asilerin sonu ne oldu ise, bunların da sonu aynı olacaktır. Buna hepinizin güvenmesini rica ederim. (Allah muvaffak etsin sesleri).
Şimdi izin verirseniz İzmir cephesini anlatayım: Ayvalık, Ödemiş, Aydın sınırı düşmanlar tarafından ele geçirilmiştir. Bizim milli kuvvetlerimiz bu sınırın kuzeyindedir. İstanbul’un ele geçirilmesinden bugüne kadar, tarafların ufak tefek çatışmaları ve ara sıra birbirlerine yaptıkları akınlar dışında bu sınırda kayda değer hiç bir olay olmamıştır. Yunanlılar da hareketsiz duruyorlar.
Yunan kuvvetleri ile ilgili olarak elde ettiğimiz bilgilere göre, yaklaşık 110 bin kişi oldukları bilinmektedir. Yakında yaptıkları tören sırasında kuvvetleri gören arkadaşlarımızın açıkladığına göre, kargaşa içindedirler. Bir kısmı ise Arnavutluk ve Yunanistan arasındaki anlaşmazlık üzerine Makedonya’ya gönderilmiştir. Buna karşılık bizim cephemiz (savaş bölgemiz) bildiğiniz gibi üçe ayrılmıştır. Buna kuzey cephesi, güney cephesi ve tüm cepheler diyoruz. Kuzey cephesi, Balıkesir cephesi demektir. Güney cephesi de Nazilli’dir. Başlangıçta tüm cepheler yalnız halk kuvvetlerinden oluşuyordu. Fakat önce güney, sonra kuzey cephesinde, ondan sonra tüm cephelerde kuvvetler askeri şekle dönüşmeye başladı. Komutanlar konusu da öyledir. Kuzey cephesi bölgesiyle birlikte bir komutana sahiptir. Salihli cephesinde ve Anzavur hareketi ile tüm millet ve memleketi kendisine gönülden bağlayan Etem Bey’dir. Nazilli cephesinde de Demir Efe ve diğer kahraman arkadaşlarımız bulunmaktadır. Burada genel komuta, yine değerli komutanlarımızdan Refet Bey yönetimindedir. Tüm kuvvetlerimiz, düşman kuvveti karşısında sarsılacak gibi değildir. Beklenmedik olaylar hesaplanmış değildir. Düşmanın hareketine kolayca izin verecek durumda değiliz
Yalnız burada bir konuyu ilgisi nedeniyle söylemek zorundayım. Arkadaşların da ilgisini çekmiştir. Bildiğiniz gibi İstanbul’daki merkezi Hükümet düşmanların siyasi ve askeri kuşatması altındaydı. Bu tür bir çember içinde yurdu savunmak, milletin ve devletin bağımsızlığını korumak olanaksızdı. Verilen emirlerle, millet ve devlet asli görevini yerine getiremiyordu. Savunmanın birinci aracı olan ordu da, asıl görevini yerine getirmekten yoksundu. Millet orduya, düşman hücumu ile karşı karşıya gelen bölgelerin savunmasını ve saldırıya uğrayan kardeşlerimizin yaşamlarının korunması görevini vermişti. İşte buna KUVAYİ MİLLİYE (milli kuvvet) diyoruz ve tüm dünya bunu böyle biliyor.
Milletin gerçek birliğini oluşturan ve İstanbul’un içinde bulunduğu koşullara karşı bir amaç için oluşturulan bu kuruluş, sadece Kuvayi Milliye erlerinden oluşmuyor. Tüm yurtta ve yurdun en uçtaki yerlerinde kurulmuş yasal ve uygar bir kuruluş vardır ki ona, “MÜDAFAA-İ HUKUK DERNEĞİ” diyoruz. (“Hukuku Savunma Derneği” Atatürk tarafından kurulmuştur). Orada silah söz konusu değildir. Uygar, toplumsal ve genel görünüş olarak siyasi bir dernekti. Bu derneğin her il ve livada merkez kurulları, idari kurulları vardır. İstanbul hükümet merkezinde başvurulacak yer bulamayan ordu, devam etmek, sevk ve idare edilmek zorundadır. Bu nedenle Hukuku Savunma Derneği, silahlı güçleri içine aldı. Bu kuruluşa bağlı kuvvetin adı Milli Kuvvetti. Demek ki İstanbul’da bir Hükümet vardı ve onun görünüşte bir ordusu vardı, ancak hiçbir şey yapmıyordu. Milli ordu böyle oluştu. Başlarında bulunan en büyük komutanından, en son askerine kadar kutsal amaç çevresinde toplandı. Ancak çalışmasını resmi görüntü içinde yapamıyordu.

Ordu bir yandan teşkilatı elinde tutan insanlardan, diğer yandan İstanbul’daki Hükümet Merkezinden emir alıyordu. Bu nedenle açık ve kesin her emri tam olarak yerine getirmediği zamanlar da görülmüştür. Başka bir önemli olaydan bahsetmek gerekir: Orduya bakan, yedirip içiren ve giydiren merkezi hükümetti. Milli kuvvetleri yedirip içiren ise, doğrudan doğruya milletin kendisiydi. Ancak millet, sadece saldırıya uğramış olan yerdeki kısmı üzerine alıyordu. Tehlikeyle karşılaşan çevre halkı, kendi varlığını ve çıkarını korumak için gerekli olan kuvvetin gereksinimleri için harcanacak parayı topluyorlardı. Bu tür nazik sorunlarda gerekli kuruluş ve düzenleme olmazsa, birçok yanlışlıklar olur. Bunun önüne geçmek için girişilecek tek çözüm yolu, resmi olmayan yöntem ve biçimleri bir yana bırakmaktır.
Merkezi hükümet etkili ve egemen olmadıkça, ülke içinde yabancıların müdahalesi kaçınılmazdır. Oysa durum değişmiştir. Millet yazgısını kendisi üstlenmiştir. Milli kuvvetler, ordu her şey artık doğrudan doğruya milletin emri altındadır. Ancak iş yurdun savunması olduğuna ve ordunun da gerçek görevi bu olduğuna göre, bütün araçların aynı emir ve komutaya bağlı olması gereklidir. Bu komuta da şunun veya bunun elinde olmayacak, tümünün yönetimi Yüce Meclisin elinde bulunacaktır.

Tanrının yardımıyla yarın veya bir gün sonra Bakanlar Kurulu seçilecektir. Kurulacak Milli Savunma Bakanlığı, ordunun yiyecek, giyecek ve yönetim sorunlarını enine boyuna düşünecektir. Para sorunu da tüm ordu ve yönetim için çözümlenecektir, bu konularda içiniz rahat olsun.

Şu anda Anzavur olayının sonundan bahsedeyim: Olayın başlangıcını yeniden söylemek gerekirse, Anzavur başına topladığı bir kısım serserilerle Kirmasti’ye (Mustafakemalpaşa ilçesi) kadar ilerlemiş ve alınan karşı önlemler sonucu ilk çarpışma Susurluk’ta gerçekleşmiştir. Çarpışmada yenilmiş ve Biga’ya kadar takip edilip, orada da yenilmiştir. Yanındaki serseriler dağıldı, tek başına Gönen’e gittiği anlaşıldı. Gönen’de yaralanıp, İstanbul’a gittiğini öğrendik. Bugün artık Anzavur olayı kalmamıştır. Anzavur’u kuşkusuz ayak takımı izleyecek, onların da yapmak istedikleri eylemler kendileriyle birlikte yok olacaklar.

Her yandan umudunu kesen ve kendilerini ölüm cezasına hüküm giymiş gibi gören Kilikya ve diğer yöre halkı, varlıklarını korumak için ortaya atılmak zorunda kaldılar. Bu duruma komşu Müslüman halkın seyirci kalması doğru olamazdı. Yurt içinde özellikle Sivas’tan yurtseverler kalkıp, işgal edilmiş bölgelere koştular. Oradaki kardeşleriyle bir araya gelip namus ve kutsal sayılan inançları için aynı safta yer aldılar. Savaş devam etmektedir. İlk çarpışma Maraş’ta oldu ve sonuç bizden yana yönelmiştir. Bundan sonra Urfa ve Silifke yöresindeki çarpışmayı da kazandık. Düşman bugün Arap Pınarı yönünde izleniyor.

Antep’te Ermenilerin saldırısı ve gösterileri sonucu çarpışmalar devam etmektedir. Düşman, güçlerini sağlamlaştırmak için çeşitli yönlerden askeri birlikler getirmiştir. Ancak bunlar milli kuvvetlerce etkisiz hale getirilmiştir. Adana ve İslahiye demiryolu çizgisine kadar olan bölge milli kuvvetlerce ele geçirilmiştir.

Daha batıya gidecek olursak Pozantı’nın batısında düşman kuvvetleri kuşatılmıştır. O bölge de milli kuvvetlerin egemenliği altındadır.

Silifke halkı Kilikya olayında çok büyük yiğitlik ve yurdunu koruma çabası göstermiştir. Kuvvetlerimiz Mersin merkezi dışındaki bölgeyi geri almışlardır. (Var olsunlar sesleri). Mersin merkezinde düşmana hakim bir yerde bulunuyorlar. Mersin’den gelen arkadaşlarımızın söylediklerine göre Fransız güçleri endişe içindedirler.

Yapılacaklarla ilgili olarak, meclis tarafından alınacak kararlara kadar beklemek uygun görüldü. Son yapılan bildirimde, daha ileri gidilmemesi emredildi. Bu nedenle Mersin ili işgal edilmemiştir. Ancak oraya hakimiz ve istediğimiz zaman zorla alabiliriz. Fransa tarafından bizimle görüşmek üzere Mösyö Alber Saro adındaki bir kişi bugün buraya geldi. O gelmeden önce bir kısım arkadaşlarımız Beyrut’a gitmişlerdi. Orada Suriye ve Irak’ın tümünü idare eden General Desperey ile görüşmüşler. Bu görüşmenin tamamını size sunmayı uygun buluyorum. Genel görüşme sonucu kararlar ortaya çıkacaktır. Bu kişiler bir anlaşma zemini hazırlamakla görevlidir. Asıl anlaşma için bir Fransız heyeti gelmeye hazırlanıyor. Mösyö Alber Saro, bütün Fransız diplomatları gibi; “İşgalde biz haklıyız, ancak sizinle de anlaşmak istiyoruz.” demektedir. Biz de; “Fransızlar buraya haksız olarak girmişlerdir.” diyoruz. Şu anda kendilerinin önerilerini okuyorum. (Fransız görevlisinin önerisi okunur, tutanağa geçirilmez.)

Bunlar çok ağır önerileridir. Ancak sonuçlar hakkında görüşümüzü saptamalıyız ve bu yönde bir program oluşturmalıyız. Gerçi şimdiye kadar belirlenmiş amaç ve esaslarımız vardır. Bir kez de Yüce Meclisin onaylaması gerekir. Bu temeller Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde kararlaştırılmıştır. Bir de Felahı Vatan (vatanın kurtuluşu) grubunun programı vardır. Bunu mu izleyeceğiz? Yoksa daha geniş program mı yapacağız? Bakanlar Kurulu seçildikten sonra gereken program hazırlayacaktır.

Şimdiden söylüyorum ki; yurdumuzun hiç bir parçasını kimseye vermek niyetinde değiliz. (Alkışlar).

TARİH:9 MAYIS 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ASKERİ VE SİYASİ DURUM HAKKINDA YAPTIĞI KONUŞMA:

Saygıdeğer arkadaşlarıma sizleri içinde bulunduğumuz olaylara ilişkin aydınlatmayı çok yararlı görüyorum.

Geçenlerde genel durumla ilgili bilgi verirken söylemiştim. 2 Nisan günü Arif Bey emrindeki az sayıdaki askeri birlik, Çarşamba yöresindeki asileri yola getirdikten sonra Mudurnu’ya gitme emrini almıştı. Bu konuda gerekli planlar önceden yapılıp kendisine bildirilmişti. Ancak bu sırada Düzce’de isyan çıktı. Arif Bey kuzeye doğru hareket etti. 2 Mayıs günü Bolu yöresine ulaştı ve yapılan çarpışmada başarılı oldu. Asilerin elinden bir dağ topu, iki makineli tüfeği aldı. Bolu’ya üç saat uzaklıkta arkasını dağlara verip durdu. İzmit yöresinde bulunan askeri birliğimiz ancak ayın beşinci günü hareket etti. Arif Bey’in Bolu’ya girmesiyle birlikte, bu birliğin bir an önce Gerede yönünde birleşmeleri gerekirdi. Bu sıra da Arif Bey’in birliğine saldırı oldu. Savaş 4 Mayıs günü sabahtan akşama kadar devam etti. Yerinin iyi seçilmiş olması nedeniyle asileri bulunduğu yere yanaştırmadı. Saldırılarını uzaklaştırdı. Arif Bey’e yardım edecek kuvvetlerin yürüyerek ulaşması ancak iki üç güne aldı. Bu nedenle 4-5 Mayıs akşamı güneş batması ile Arif Bey bulunduğu yerden doğuya Karadoğan’a çekildiği zaman, saldırı yeteneğini ve gücünü korur durumdaydı. Kızılcahamam ve Çerkeş’ten Gerede yönüne yürüyen Vasfi Bey’in komutasında bir birliğimiz vardı. Arif Bey bu birlik komutanından Gerede’de daha önce karışıklık çıktığı için önlem almasını istedi. Gerede’liler bu şekilde doğudan ve güneyden kuvvetlerin gelmekte olduğunu görünce; telgraf haberleşmesi ile kendilerinin kandırıldığını, asileri kurtarıcı sandıklarını söylediler. Vasfi Bey birliği Gerede’ye yüz metre yaklaşınca her yerden tüfekler atılmaya başlamış. Bu arada Memduh Efendi adında subay rolü yapan birinin, asilerin elinden kurtulup yirmi kadar asker ve iki makineli tüfekle geldiğini söylüyor ve orada beklemede olan askeri birlik (müfreze) olduğuna Vasfi Bey’i inandırıyor.

Kızılcahamam birliği Rüştü Bey komutasındaydı. Yedi Mayıs günü Gerede’ye yaklaştığı zaman sağından, solundan silahlar atarak onu da aldatmaya çalışırlar. Arif Bey durumu anlayınca Gerede’ye giriyor. Onu da kandırmak istemişlerse de aldanmamış. Arif Bey’in Gerede’ye varışı sırasında diğer birlikler zorunlu olarak geri çekilmiş bulunuyor. Bu durumda yalnız başına orada kalmayı uygun bulmuyor. Bugün Kızılcahamam’a gelmiştir. Gerede’yi isyana kışkırtanlar yine Düzce ve Bolu’dan gelip, halkı zehirliyorlar. Halk gerçeğin ne olduğunu anlamadan hemen silaha sarılıp ateş ediyor.

Bizim Mudurnu’da da bir kısım kuvvetlerimiz vardı. Mudurnu’nun kuzey doğusunda Abat serisinde asilerin yeniden toplanmakta olduğuna dair Mudurnu Birlik Komutanlığı’ndan telgraf geliyordu. Birliğimizin komutanı o yöne keşif kolları göndermiş. Şu ana kadar toplanan asilerin sayısı iki yüz kadar olmakla birlikte, durumunun savunmaya uygun olduğunu bildiriyor. Yine bildiğiniz gibi bizim Geyve’de de kuvvetlerimiz vardır. Yalnız Geyve Boğazı kuzeyinde ki Sapanca Boğazı açık kalıyordu. Keşif yapmak için o yöreye giden bir kısım askerler asilerle çarpışmış. Asiler sayıca fazla olduğu için Sapanca’yı elde bulundurmak imkanı olmadığından, orayı bırakmışlardır. Demek oluyor ki bizim kuvvetlerimiz Safranbolu, Çerkeş, Kızılcahamam, Mudurnu ve Geyve’de bulunuyor. Asilerin halkı zehirlemek için tek silahı, arz ettiğim gibi olumsuz propagandadır. Her asiye bir at, yüz elli lira aylık, bir tüfek söz veriyorlar. Ancak tüm bu sözlere karşın ortaya koydukları, büyük bir şey değildir. Kızılcahamam’da Arif Bey birliğine yeni ve yeterli kuvvetlerimiz gelmiştir.

Konya’da uzun zamandan beri ufak tefek duyarlıklar olduğu anlaşılıyordu. Bozguncu bir cemiyetin varlığı ortaya çıkarıldı. Bunun üzerine bu bozguncu cemiyetle ilişkisi olanlar tutuklanmaya başlandı. Ertesi gün 6 Mayıs 1920 tarihinde bu şahıslar kendilerini kurtarmak için, suçsuz olan halka karışıklık çıkarttılar ve Konya’da isyan oldu. O anda yörede bulunan kuvvetlerimizden yeteri kadarını, göz dağı vermek üzere Konya’ya yola çıkma emri verdik. Konya’daki komutanımız az bir kuvvetle, asileri silahla kovmuştur. Bunun üzerine orada ki isyan tümüyle yok edildi. Ön ayak olanlar izlenip tutuklanıyor. Bunlarla ilgili Yüce Meclisinizin çıkardığı yasalar uygulanacaktır.

Kilikya cephesindeki durum da küçük bir değişme olabilir. Oldukça çok sayıda Fransız kuvveti Pozantı’yı kuşatmıştı. 3 Mayıs günü bu Fransız kuvvetleri buradan kovuldu. Oradaki kuvvetlerimizin saldırısı sonunda, Fransızlar kuşatmayı kaldırıp, üstelik Cerablus (Karkamış ilçemizin karşısında, Suriye sınırları içinde kalan ilçe) yönünde çekilmek zorunda kalmışlardır.

Bugün Antep’le doğrudan doğruya telgraf haberleşmesi yaptık. Biraz önce adı okunan Kılıç Ali Bey de oradaydı. Buradaki Fransızlar Cerablus’ta ki kuvvetlerinin yanlarına çekildiler. Oradan Urfa’ya doğru hareket etmişlerse de, Sürüç’te bulunan kuvvetlerimizin çarpışması ile karşılaşıp orada kalmışlar. Kilikya cephesinde başka önemli bir durum yoktur. Son durum bu şekildedir. Arkadaşlar, asilere karşı durumumuz çok güçlüdür. Önce uyarıda bulunuyoruz. Ancak bozguncuları köklü bir şekilde yola getirmek için de gerekli girişimleri yapıyoruz.
HAMDULLAH SUPHİ BEY (Antalya Milletvekili) – Paşa Hazretleri Kafkasya’dan alınan son bilgilere ait açıklama yapar mısınız ?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla)- Kafkasya’dan alınan son bilgiler ajanslarla bir dereceye kadar aynen yayınlanmaktadır. Son durumda bildiğiniz gibi Kızıl Ordu emrinde görev alan Müslüman bolşevik ordusu Bakü’ye girmiş, daha sonra Ermenistan sınırına kadar gelmiştir. Ermenistan’a saldırmak üzere Karabağ yöresinde ve Gence civarında yığınak yapmaktadır. Gürcistan’ın bir kısmı karşı görüşte olduğu halde, Rus kuvvetlerine karşı ufak çapta saldırı yapmak için ayağa kalkmışlardır. Yine kuzey batıdan gelen kuvvetler yığınak yapmaktadır. En önemli ve son safha budur.
TUNALI HİLMİ BEY (Bolu Milletvekili)- Trakya ile ilgili bilginiz var mı?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla)- Batı Trakya’da en son durum; orada bir merkezi heyet vardır: Trakya Paşaeli Merkezi Heyeti. Kongre sonucunda o merkezi heyete Trakya’nın yönetimini verdiler. Orada bulunan kolordu komutanı bu heyetin içinde ve Meclisimizde de yine bölgenin temsilcisi olarak seçilmiştir. İzledikleri program bütünüyle bizim izlediğimiz programdır. Aslında eskiden bu yana Fransızların Trakya’yı kazanmak için bir kısım girişimlerde bulundukları anlaşılıyor. Ayrıca yakın zamanda Cafer Tayyar Bey’i, Franchet d’ Esperey ile görüşmek üzere çağırdılar. Cafer Tayyar Bey de İstanbul’a gidiş ve dönüşünde ayrıntılı bilgi verdi. Bu görüşmüşler, büyük bir ihtimalle onların morallerini bozmuş olmalı. Oradaki merkezi heyet ve komutanın kararı, sonuna kadar karşı koymaktır. Bizim de kendisine vermiş olduğumuz talimat; “Size üstün güçlerle saldırılsa ve Trakya bütünüyle ele geçirilse de, yine onların aldığı kararları kabule yetkili değilsiniz.” şeklindedir. Büyük Millet Meclisi’nin vereceği kararlar ile birlikte bütün ülkenin yazgı ve talihinin çözüleceğini söyledik. Bu şekilde hareket ediyorlar.
Batı Trakya’da yine bir İslam Meclisi kongresi toplandı. Onlar yürütme heyeti oluşturup, dıştan bir idare altında yaşamak istediler. Batı Trakya’da bir İslam idaresi vardır. Fransızlar da devamlı olarak bunlara sahip çıkmaya çalışmaktadırlar. (Aydın ile ilgili bilgi sesleri).
Rafet Bey, Aydın cephesi genel durumu ile ilgili bilgi verecektir. (Yeni bir olay var mı? sesleri). Yeni bir olay yoktur. Sadece İngilizler devamlı kötü haberler çıkarıyorlar. Duyduğunuz zaman rica ederim bize sorunuz. Bizim Biga yöresinde başarılı olduğumuz gün Yunanlılar hücum etti şeklinde acele bir haber çıkardılar. Bunu bize çok kısa sürede ulaştırdılar. O kadar kesin bilgi vermişlerdi ki, inanmak gerekti. Sonra bunun İngiliz planı olduğunu anlaşıldı. Bizim kuvvetlerimizi cepheye bağlı bırakmak için yapıldığı anlaşıldı. Yunanlıların bugün saldırıya geçmeleri gerekirdi. Ancak bu saldırı olmadı. İngilizler bizi birbirimize kırdırmak için bunu yapıyorlar. Biz gerçek düşmanların Yunanlılar ve İngilizler olduğunu anlıyoruz. Bu gerçeği milletin ve özellikle bilgisiz olanların gözünde canlandırmak gerekir. Bugün için başkaca bir şey yoktur.
MÜFİT EFENDİ- (Kırşehir Milletvekili)- Dıştan başka bilginiz var mı?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla)- Geçen gün sunmuştum. Fransızlar tarafından ileri sürülen iki madde ile ilgili kendileriyle görüştük. Doğrusu önerdikleri maddeleri çıkarımıza uygun görmedik. Ayrıntılarla ilgili şu anda görüşme gereği duymuyoruz. Biz bütün insanlarla anlaşmak istiyoruz. Kimse ile durup dururken savaş ve tartışmak istemiyoruz, barıştan yanayız. Bundan dolayı Fransızlarla yalnız Kilikya sorunu ile ilgili değil; tüm yazgımızla ilgili alınan kararları görüşmek üzere bir heyetin buraya gelmesini istedik. Onlar da önerimizi kabul ettiklerini bir telgrafla bildirdiler. Doke adında yetkili bir kişi buraya gelmek üzeredir. Bu şekilde Fransızlarla kesin görüşme yapabiliriz ve ihtimal anlaşırız. (İnşallah, inşallah sesleri)
FUAT BEY- (Çorum Milletvekili)- İstanbul bizimle anlaşmak istiyormuş, bu konuda bilgi verir misiniz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA - Bundan dört beş gün önce Leon adında biri Çanakkale üzerinden bizi arayıp: “Söyleyeceklerimiz çok önemlidir, o nedenle haberleşmeyi geceye erteleyelim.” dedi. O gece görüşmediler, ancak bir iki gece sonra bu kez İzmir eski valisi Nurettin Paşa imzası ile bir telgraf geldi. Bu telgrafta deniliyordu ki: “Ben iki arkadaşımla birlikte, İstanbul’un sizinle anlaşmasına aracılık etmeyi yurdun yararına sayıyorum. Buradaki hükümet ve İngilizler bunu uygun gördüler. Sizin de uygun cevabınızı bekleriz.”
Telgrafı Temsilciler Kurulu Başkanı diye yazdıkları için Fevzi Paşa imzası ile verilen yanıtta: “Ülke içinde seçim yapıldı, Büyük Millet Meclisi kuruldu, Bakanlar Kurulu oluşturuldu, Vatan Hainliği Yasası çıkarıldı. Sözün kısası yaptıklarımız ile ilgili olarak ne söylemek gerekirse tamamı söylendi ve anlatıldı. Şu anda hangi makamla görüşmek isteniyorsa hazırız.” dedik. İkinci başvurularında Nurettin Paşa bu işe girişenlerin, Yakup Şevki ve Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım Paşa olduğunu bildirdi: “Telgraf haberleşmesi ile anlaşmak olanağı olmadığından, tarafınızdan yetkili bir heyeti İstanbul’a gönderin görüşelim ve anlaşalım.” diyordu.
Biz de yanıt olarak dedik ki: “Çok yerindedir, gerçekten telgrafla anlaşmak olanaklı değildir. Ancak Mudanya’ya geliniz ve ne zaman geleceğinizi bize bildiriniz. Bizden de yetkili kişiler orada hazır bulunur.” Bu nedenle Bursa’ ya da gerekli talimat verildi. Fakat ondan sonra bir daha başvuru da bulunmadılar.
MÜFİT EFENDİ- (Kırşehir Milletvekili) – Acaba gerçekten Nurettin Paşa mı idi?
MUSTAFA KEMAL Paşa (Devamla)- Evet gerçekten Nurettin Paşa idi. İstanbul’dan yeni gelen arkadaşlarımızdan biri Nurettin Paşa ile görüşmüş. Bu arkadaşların olduğu gerçektir. Ferit Paşa hemen anlaşmaya yanaşıyor, önerimizi memnunlukla kabul ediyor. Ancak bu durum, her an bizim güçlü olmamıza bağlıdır. Başvuru, Biga olayında kesin sonuç alındığında ve Arif Bey’in Bolu’ya girdiği gün olmuştur. (Evet sesleri) Biz ne kadar güçlü olursak ilişkiler sürecektir.
Ayrıca İngilizlerin de başvurusu mevcuttur. İngilizler daha önce Balıkesir’e bir heyet göndermişler Milli Kuvvetler temsilcileri ile görüşmüşlerdir. Milli Kuvvetlerin amacını sorup, Ankara ile görüşmelerine aracılık edilmesini istemişlerdir. Verdiğimiz direktifte: ‘Bir daha geldiklerinde Hükümet Başkanı veya yetkili kişi olduğu zaman görüşüleceğini söyleyiniz. Temelde anlaşmak isterlerse bizimle görüşmeleri gerekir.’ dedik.
MAZHAR MÜFİT BEY (Hakkari Milletvekili)- Süleyman Şefik Paşa ile ilgili bilgi verir misiniz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla)- Padişah yanlısı Süleyman Şefik Paşa‘nın birkaç gün önce iki batarya top, iki büyük makineli tüfek, üç bölük piyade kuvveti ile İzmit’e geldiği bilgisi verilmişti. İkinci bir bilgide; “Süleyman Şefik Paşa özel bir trenle karadan İzmit’e gelmiştir. Yanındaki yüksek dereceli subaylar da vardır.” denildi. Bu asılsız haberleri Bolu ve Düzce asileri yayıyorlar. Dün akşamüzeri aldığımız bilgiye göre gelen kuvvetler gerçekten topçu, makineli tüfek ve piyadeden oluşan birliklerdir. İzmit çevresinde yapılan tel örgü dışında orduya konaklama yeri kurulmuştur. Ayrıca bize verilen bilgiye göre askerler, ilk uygun zamanda bizden yana geçeceklerdir. Biz ölçülü hareket edip, önlem almakla yükümlüyüz. İngilizler bu kuvvetlerden kuşkulanmış, tüfek ve topların kamalarını almışlar. Sonra Bildiğiniz gibi Tıp Okulu öğrencileri, Harbiye öğrencileri öğretmenleriyle birlikte buraya geliyorlar. Tıp Okulu küçük birlikler halinde Kandıra’ya varmışlardır. Fakat sanıyorum ki, Harbiyeliler kötü durumdalar, Çamlıca’dan uzaklaşamadan jandarmalar tarafından yakalanıp tutuklanmış olabilir.
Rüştü Bey adındaki kişi jandarma binbaşısıdır ve önceden Bursa’dan kaçmıştır. Ereğli’den Kastamonu’ya çekilen bir telgrafta, Rüştü Bey’in beş yüz kişilik bir kuvvetle Sakarya nehri civarında Melen’de, emir ve talimat beklediği bildiriliyordu. Ancak biz bu şahsa kuşkuyla baktığımızdan, hemen emir ve talimat vermedik. Daha fazla araştırma yapıyoruz.
BİR MİLLETVEKİLİ- (Adı ve ili yazılmamış)- Paşa Hazretleri Araplarla ile ilgili bir şey söylenmedi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla)- Suriyelilerin çeşitli merkezlerden bizimle anlaşmak istediklerini daha önceki konuşmamda söylemiştim. Emir Faysal, bizimle ilişki kurmadan önce Hükümet Merkezi ile de görüşmüştü. Suriye Sultanının gönderdikleri bir delegeye, Emir Faysal ve Hükümeti onayladıktan sonra yetkili kişilerle yeniden buraya gelmesini söyledik. Önceki gün Iraklı Sıtkı Bey adında bir kişi ile buraya gelmek üzere Mardin’den hareket ettiklerini öğrendik. (Çok iyi sesleri). Efendim; başka sorunuz var mı? (Teşekkür ederiz sesleri).

TARİH : 17 MAYIS 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN ÜLKENİN GENEL DURUMU İLE İLGİLİ YAPTIĞI KONUŞMA

Efendim, beş, altı günden bu yana içerde meydana gelen olayları sırası ile sunacağım. Son verdiğim bilgide Arif Bey komutasındaki bir müfrezemizin Kızılcahamam’a geldiğini ve oradaki diğer kuvvetlerle birleştiğini söylemiştim. Bundan dört, beş gün önce Arif Bey çadırında yatarken öldürülmüştür. Şu ana kadar yaptığımız araştırma sonucunda belli bir noktaya ulaşılamadı. Olayın içerden veya dışardan meydana geldiğine ait kesin bir ip ucu elde edemedik. Bununla birlikte derinliğine soruşturma sürüyor.
Arif Bey’in kaybı ile oradaki durumumuzda hiçbir değişme olmamıştır. Orada yine kuvvetler vardır. Yalnız Arif Bey’in doğrudan kendisine bağlı olarak şuradan buradan topladığı erlerin bazıları memleketlerine dönmek istemişlerdir. Üzüntüleri yüzünden artık orada kalamayacaklarını söylemişlerdir. Bunlardan kimini bıraktık (terhis ettik), kimini başka yerlere gönderdik.
Genelde Bolu ve Düzce’ye karşı almakta olduğumuz daha geniş askeri önlemleri ayrıntılarıyla açıklamamıştım. Bu ayrıntılarda şunu sunacağım: Mudurnu’da sadece küçük bir birliğimiz vardı. 13 Mayıs öğleden sonra, kuzeyden gelen bir kısım asiler, yörede bulunan köylüleri korkutup yanlarına alarak Mudurnu Birliğimiz’e saldırdılar. O gün savaş akşama kadar ve gece de devam etti. Henüz güneyden gelmekte olan kuvvetler katılmamıştı. 14 Mayıs günü bu birlik kendini savunup çarpışmayı kazandı. Karşı saldırı sonucu asiler perişan bir şekilde dağıldılar. Kaçan asileri süvariler gece de izlemeye devam etti. Piyade birliklerimizle Abant’ın güneyinde yeniden şiddetli çarpışma başladı. Mudurnu’dan gelen güçlendirilmiş askeri birliklerin saldırısı sonunda asiler yeniden yenildiler. Bir kısmı kuzeye, bir kısmı batıya kaçtı. Savaş bu şekilde son bulmuştur.
Aynı tarihte 13 Mayısta Geyve boğazı kuzeyinde bir olay meydana geldi. Son alınan bilgiye göre Anzavur: Adapazarı, Hamidiye, Kemaliye, Kumbaşı köylerine, yanında 400-500 kadar asi ve bir top ile gelmiş. Geyve boğazının kuzey doğusunda bulunan sırtlara, Boğazköy yöresine 10-16 Mayıs gecesi baskın yapmış ve oradaki sırtları ele geçirmiş.
Dün 16 Mayısta tarafımızdan yapılan karşı saldırıda, Anzavur’un kuvvetleri yenildi. Yeniden güneye eski yerlerine kaçtı. Bundan dolayı asilerin Geyve boğazında ve Mudurnu yönünde hareketi bu şekilde başarısız kaldı. Biz yine planımızı uygulamaya devam ediyoruz.
Bunlarla uğraştığımız sırada Yenihan’da bir olay oldu. Biliyorsunuz Yenihan Sivas’ın kuzeyindedir. Nazım adında ünlü bir eşkıya, Kara Mustafa ve bir de katil Saim adlı bir adam Yenihan ve Zile’de karışıklık çıkartmışlardır. Aynı tarihte Yenihan merkezinde 400-500 kişi toplanıp Sivas Valiliği’ne verdikleri ültimatomda diyorlar ki: “Siz padişahla savaşıyorsunuz, bundan vazgeçiniz. Ayrıca bizden çok vergi, asker alacaksınız.” şeklinde sözler söyleyip, gözdağı vermişler. Anlaşılan halkın bir kısmı anlamadan, bir kısmı zor ve baskı ile bu işe katılıyor. Askerlerin aldığı önlemler sonucu halk dağılmış. Nazım ve Kara Mustafa’nın yağmacılık yaptığını kendileri de görmüşler. Bu suretle Yenihan’da ortaya çıkan olay bugün için yok edilmiş bulunuyor. Ancak nedenlerini izlemekteyiz.
Konya merkezinde ve civarında kışkırtma sonucu meydana gelen olay sonrası, vali ve komutan orada sıkı yönetim ilan etmek zorunda kalmıştır. 15 Mayıs tarihinden bu yana Konya’da sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Fransızlarla ilgisi olduğu için küçük bir olayı da anlatayım. İstanbul Hükümeti tarafından Zonguldak bağımsız liva (sancak) yapılmak istenmiş. Daha önce tarafımızca idari olarak liva yapılmış ve vekil kaymakam atanmıştı. Kendisine “İstanbul’dan bir liva yöneticisi gelirse engel olunuz.” diye emir verilmişti. Son aldığımız bilgiye göre İstanbul’dan Kadir Bey adında biri gelmiş ve doğrudan Fransız karargahına giderek orada liva yönetimini üslenmiş. Biz Zonguldak’ ın ele geçirilmesine (işgaline) engel olmak istiyoruz.
Doğu Trakya’da Fransız mandası isteyelim, başarılı olur mu? diye düşünenler vardı. Fransız mandasına girmenin sonucu, Yunanlılara verilmek olacaktı. Edirne’de iki yüz kırk kişiden oluşan bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda alınan en son kararda: Kesin olarak varlıklarını koruma ve Yunanlılara karşı savunma kabul edilmiştir. Gerek bu heyetten ve gerek kumandanlardan aldığımız en son telgrafta bu kararın çok kesin olduğu bildirildi.
Barışı ile ilgili şartların İstanbul delegelerine bildirildiğini duymuşsunuzdur. Yanıt verilmek üzere de bir ay süre verilmiştir. Konu ile ilgili bizim de bilgimiz vardır ancak, alınan kararlar henüz yayınlanmadı. Bize özel olarak gelen bilgide; Trakya’nın Çatalca hattına kadar olan kısmı ve İzmir Yunanlılara verilecek, doğuda bir kısım toprak Ermenilere bırakılacaktır. Bir de İstanbul boğazları ile ilgili Londra kararlarının uygulanacağı bildiriliyordu.
NEBİL EFENDİ (Afyonkarahisar)- Barış konferansında Aydın hakkında bir şey var mı?
MUSTAFA KEMAL PAŞA – İzmir Yunanlılara bırakılacak, demişler. Yunanlılar Birkaç gün önce 10 Mayıs 1920 tarihinde İzmir’in kuzey cephesinden bir saldırı yaptılar, bildiğiniz gibi başarılı olamadılar.
Doğu ile ilgili yeni bir bilgi yoktur. Ancak Batum’da ki İslam Cemiyeti üyelerinden Mehmet Edip, Ahmet Akif, Mahmut Celal Efendiler Büyük Millet Meclisi ile temas kurmak üzere 13 Mayısta Samsun’a geldiler. Burada dikkat edilecek iki şey var. Gürcülerle, Ermenilerin çoğunluğu bolşeviklere anlaşmak istemektedir. Ancak İngilizlerden bir kısım çıkar elde etmek için şimdilik karşı görünüyorlar. Gerçi Bolşeviklere meyilli olan Gürcülerin onlarla anlaşma yaptıklarıyla ilgili bilgi vardır. Ancak bunu haber olarak sayıyoruz. Bu nedenle bu durumdan uzun boylu bahsetmek istemem.
HAMDİ NAMIK BEY (İzmit Milletvekili) – Azerbaycan tarafından bize bir başvuru var mı?
MUŞTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) – Bizim başlangıçtan bu yana Kafkasya’da temsilcilerimiz vardır. Son aldığımız bilgiye göre, Azerbaycan-Türkiye anlaşmasının onaylanmış olduğu söylenmektedir. Ancak detayları olmadığı için sunmuyorum. Azerbeycan Hükümeti ile işbirliği sağlamak çıkarımızadır.
HAŞİM BEY (Çorum Milletvekili) – Paşa Hazretleri, Ermenilerin Bolşeviklerle anlaşması bizim aleyhimize olur. Biz onlardan önce Bolşeviklerle anlaşma yapsak olmaz mı?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Davamla) – Onlarla yapacağımız anlaşmanın kendi vicdanımıza ve aklımıza uygunluğunu görmeliyiz. Bunu gördükten sonra genel kurulunuza sunar ondan sonra bir karar veririz. Bundan önce milletimizin isteklerini gerçekleştirmek için her türlü girişimde bulunma yetkisini Bakanlar Kuruluna vermiştiniz. Biz bu yetkiye dayanarak her yerde girişimde bulunmaktayız. Ancak bu girişimin eyleme dönüşmesi için tarihe karşı, millete karşı çok duyarlı olmak zorundayız.
MUSTAFA EFENDİ (Antalya Milletvekili) – Gerede ve Çerkeş’te durum nasıldır? Halkın hareketi nasıldır?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) – Bildiğiniz gibi Gerede’de bir kısım halk Düzce’den gelenlerle birlikte hareket etmiştir. Asıl yola getirilmesi gerekli olanın Düzce olduğuna inanmış bulunuyoruz. Bu nedenle oraya karşı harekette bulunacağız. Ondan sonra Gerede’liler biz isyana devam etmek istiyoruz derlerse, onun da gereğini yaparız.
DR. MAZHAR BEY (Aydın Milletvekili) – Arif Bey’in öldürüldüğü haberinden sonra birçok öldürme ve yağma girişimi olduğu söyleniyor. Bu durum gerçek midir? Konu hakkında yüce heyetiniz önlem almış mıdır?
MUSTAFA KEMAL PAŞA - Arif Bey öldükten sonra asilerin bazı köyleri yaktığı, bazı yerleri cezalandırdığına ait bilgi vardır. Ancak halk tarafından bize yapılmış bir şikayet yoktur. Bu bilgileri kendi insanlarımız aracılığı ile alıyoruz. Aldığımız önlemlerde, askerlerin baskı yapmalarını yasakladık. Yalnız buna neden olanlar bulunup, yasal işlem yapılması doğru olacaktır. Halka zarar vermemek, varsa bu tür olayların tekrarına engel olmak gerekir.
MUSTAFA BEY (Şebinkarahisar Milletvekili) – Memleketten gelirken birçok ilçe ve sancaklara uğradım. Görüştüğüm bir kısım şahıslar, İstanbul ile anlaşmadıktan sonra, bu çatal kazık yere batmaz. İstanbul’ ile uzlaşmanın çaresine bakmak lazımdır diyorlar. Anlaşma konusunda bir girişim var mıdır?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) – Bizim İstanbul’da tanıyacağımız bir hükümet yoktur. İstanbul’da bulunan hükümet, düşmanların silahlı saldırısına uğramıştır. Bundan dolayı İstanbul ile anlaşmak demek, İstanbul’dan düşmanları kovmak demektir.

TARİH : 29 MAYIS 1920

ASKERİ, SİYASİ, DIŞİŞLERİYLE İLGİLİ VERİLEN ÖNERGE ÜZERİNE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YAPTIĞI KONUŞMA:

Gizli oturum açıldığında ilk konuşmayı yapan Genelkurmay Başkan Vekili ve Edirne Milletvekili İsmet Bey (İnönü) şunları söyler: “Efendiler, siyasi durumumuzun en açık kanıtı, İstanbul Hükümetinin kabul ettiği barış tasarısıdır. Bu tasarı, yirminci yüzyılda bir milletin siyasi ve ekonomik yönden bütün varlığı ile nasıl yok edilebileceğini gösterir belgedir. Bu belgede düşmanlarımız önce yurdun sınırlarını her yandan, bütün İslam ülkeleri ile ayırmıştır. Doğudan ilerleyen Ermenistan, batıdan Yunanistan, güneyden İngiltere ve Fransa, Araplarla ve Kafkas ve Rumeli’de kalan milletlerle tüm temasımızı kesmek istemişlerdir. Ayrıca İzmir, Urfa, Antep, İstanbul, Adana, Maraş’ ı işgal etmişlerdir. İtalyanlara Antalya sahilinden Konya’ya kadar bölge, Fransızlara beş ilimiz, İngilizlere başka bölgeler verilecektir. Maraş, Antep ile bütün köylerimizi yakmış olan canavarlar, bu kez Sivas, Diyarbekir ve başka yerlere geleceklerdir. Bu proje ile yurdumuz doğrudan doğruya siyasi olarak paylaşılmak istenmiştir. Kapitülasyonlardan Ermeniler ile Rumlar da yararlandırılacaktır. Maliye ve Adliyelerimiz denetim altında bulunacaktır. Azınlıkları şikayet doğrudan temsilcilere yapılacaktır. İslam olanlar içte ve dışta doğrudan esir tanınacaktır. Bir süre sonra okullarımızda ne okunacağını, adliyelerimizde İslam hukukunun nasıl sağlanacağını Ermeni, Rum tercümanları, İngiliz, Fransız, İtalyan subayları kararlaştıracaklardır. İlerde gerek ordu, gerekse halkın elinden tüm silahların alınması ve yurda silah ve cephane girmemesi için esaslı önlemler düşünmüşlerdir. Bu tehlikeyi en uzak köylere, okula yeni başlayan çocuklara ayrı, ayrı öğretmeliyiz.
Allah bizim dağlarımızı, tepelerimizi, bütün dünyaya karşı çıkalım, bağımsız ve hür nefes alalım diye yaratmıştır. Bu milleti esir etmek için milyonlarca kuvvet, yıllarca zaman, milyarlarca para gereklidir. Düşmanlar tüm yurdu silah zoruyla ele geçirdikten sonra bir tek dağ başı kalacak olsa, oraya kuvvet göndermek zorunda olduklarına onları inandırmalıyız.
Düşmanlar bizi Afrikalılar gibi cahil ve ürkek bir millet zannediyorlar.” (İsmet Bey henüz albaydır ve İnönü Savaşlarındaki başarısından dolayı soyadını almamıştır) İsmet Bey’den sonra Mustafa Kemal Paşa söz alır).
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara)- İsmet Bey’in yapmış olduğu açıklamalarda, Fransızlarla yapılan anlaşma hakkında kuşku oluştuğu için, bu konuyu açıklamak isterim. “Biz bu anlaşmada karşılık olarak ne tür özveride bulunduk? Anlaşma ile biz ne kazandık?” sorusunu yanıtlamak istiyorum. Fransız cephesinden gelen milletvekili arkadaşlarımıza göre; orada bulunan kuvvetlerimizi bugünkü düşüncemize göre örgütlemek, kuvvetlendirip düzeltmek için zamana gereksinim vardır.
Bilindiği gibi savaş sırasında hareket halinde bulunan kuvvetlere, teorik olarak eğitme olanağı yoktur. İstenilen şekilde uygulama yapabilmek için zamana gereksinim vardır. Bu zamanı kazanmak için anlaşma emri verdik, yirmi gün zaman kazandık. Acele eksiklerini, hazırlıklarını tamamlamalarını ve bu sırada hiç bir yönden saldırı olmayacağını kendilerine yazdık. İşte askeri görüş olarak kazancımız budur. Bununla birlikte akla gelebilecek sakınca ise: Yirmi günlük bu arada orada bulunanlar halk kuvveti (milis) olduğu için, bir kere dağılıp giderse, yeniden toplamak zordur. Ayrıca gizli haberleşme ile sunulan bildiride gerekli önlemleri aldık.
Şimdi siyasi anlamda sağlanan yararları sunmak istiyorum: Kuşkusuz gerek Yüce Heyetiniz ve gerçekten Türkiye’nin yazgısını idare eden bakanlar kurulunuz, henüz anlaşma devletlerince tanınmamıştır. Yurdumuzun ve milletimizin yazgısını belirlemek için düşmanlarımız Ferit Paşa’ya başvuruyordu. Avrupalıların doğrudan milletimizin temsilcilerine başvuruda bulunmalarını sağlamak, başarıların en parlağıdır. Gerçi buraya gelmiş olan heyet, bütün Avrupa’ya duyurulmuş bir heyet değildir, ancak onları gönderenler tarafından tamamen yetkili kılınmıştır. Sözlü anlatımlarında ve çektikleri telgraflarda, her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi sözünü kullanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na başlıklı imzalı yazı vermiştir. Bunun maddi ve siyasi yararı da vardır.
Bildiğiniz gibi barış koşulları içerisinde Kilikya ile ilgili konular incelendiğinde görülür ki, Suriye’yi Kilikya’dan ayıran bir sınır vardır. Bu sınır Ceyhan’dan geçer, Kilis, Antep, Urfa ve Mardin’i içine alır. Bu adlarını saydığımız yerler Suriye’den sayıldığı halde, yapılan anlaşmada bu tür bir anlatım yoktur.
Efendiler bizimle bir araya gelen Fransızlar son olarak tüm Kilikya’nın boşaltılmasının sözünü etmişlerdir. Ancak Antep ve yöresinin boşaltılması konusundan devamlı kaçınmışlardır. Onlara bizim için sadece bir Kilikya olayı değil, bir güney sınırı bulunduğunu anlattık. Bu milli sınırın kuzeyinde kalan en küçük toprak parçasının dahi düşmanların eline bırakmayacağımızı kanıtlamak için, Antep ilinin boşaltılmasını asıl koşul olarak ileri sürdük ve bunu sağladık.
Bundan dolayı Fransız delegeleri, aldıkları yetkiyi de aşarak bizimle yapmış oldukları anlaşmada yalnız Kilikya değil, bizim istediğimiz yerleri boşaltmayı kabul etmişlerdir. Amaç yalnız Sisin, Pozantı ve Antep’in boşaltılması değildir. Kendileriyle yapılan görüşmelerde topraklarımızın tümünü boşaltmalarını açık olarak söyledik. Bizimle anlaşma yolunun ancak bu noktadan geçtiğine inandıkları için kabul etmişlerdir. Efendiler Fransızlara göre bizimle savaşmak çıkarlarına aykırıdır. Buna karşılık en çok Suriye’den fayda elde etmek isterler. İşte onları bizimle anlaşmaya yaklaştıran neden budur.
Silahlarla ilgili bir soru soruldu. Hem savunma, hem saldırı silahımız vardır. Onun ötesinde ihtiyaç duyduğumuz silahları da düşmanların elinden alacağız.
SIRRI BEY (İzmit Milletvekili) – Sorum Bolşeviklerle ilgilidir. Görüyorum ki tartışmamızda ne zaman bu konuya değinilse, halk deyişi ile yan çiziyoruz.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) – Sırrı Bey’in biraz önce söylediklerinde, Bolşevikliğe verilmesi gerekli önem ve Bakanlar Kurulu’nun ne tür girişimde bulunduğu konusudur. Kuşkusuz Bolşevikliğin yayılması ve başarısı herkes tarafından bilinmektedir. Bolşevikliğe yeteri kadar önemi herkes gibi, Bakanlar Kurulu da, biz de vermişizdir. Bolşeviklerle görüşmek ve anlaşmak için Bakanlar Kurulu girişimde bulunmuştur. Bakanlar Kurulu bu konudaki girişiminde çok tedbirli olmak gereğini duymuştur. Ancak burada iki konuyu birbirinden ayırmak gerekir. Biri bolşevik olmak, diğeri Bolşevik Rusya ile anlaşmak. Biz Bakanlar Kurulu olarak Bolşevik Rusya ile anlaşmaktan bahsediyoruz, yoksa Bolşevik olmaktan bahsetmiyoruz. Bolşevik olmak apayrı bir olaydır. Bu konunun açık görüşmesini, batıya karşı savaş ilan edeceğimiz güne ertelemek istiyoruz. O günü görünceye kadar ve doğudan gelen maddi yardımı almaktan, batı ile her türlü siyasi ilişkiye germekten geri durmayız. Batılılarla, Amerikalılarla siyasi ilişkiye girmek, diğer bir devletle siyasi ilişkiye girmemize engel değildir. Onun için bu konuda iyi düşülmesini dilerim.(Alkışlar) Bolşevikler yayılmacılığı (emperyalizmi) engellemek için de İslam dünyası ile anlaşma yapmanın gerekliliğine inanmışlardır. Bu yüzden milletin dini ve milli esaslarına uymaya karar vermişlerdir. Şimdiye kadar yaşananlar sonucunda bu gerçekler ortaya çıkmıştır. İşte örnek olarak Azerbaycan, Türkmenistan, Kuzey Kafkasya’yı tam anlamıyla bolşevik olmuş sanmayınız. Bundan dolayı Bolşeviklik ilkelerini kabul etmek, toplumsal bir olaydır ve bugünün işi değildir.

TARİH: 3 TEMMUZ 1920

ASKERİ, SİYASİ, İÇ İŞLERİNİN DURUMU İLE İLGİLİ OLARAK VERİLEN GENSORU ÖNERGESİ ÜZERİNE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN YAPTIĞI KONUŞMA:

(Önce Genelkurmay Başkan Vekili İsmet Bey, Yunanlıların İzmir çıkarması ile, yurdun içinde bulunduğu durum hakkında geniş bilgi verir. Verilen bilgileri yeterli görmeyen bir kısım milletvekillerinin yaptıkları eleştiriler üzerine Mustafa Kemal Paşa söz alır).
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) - Saygıdeğer efendiler; Yunan ordusunun saldırısı sonucu ortaya çıkan durumun, bütün arkadaşlarımı fazlasıyla üzdüğünü biliyorum. Ancak bir şey anımsatmak isterim. Başımıza büyük felaketler geldikten sonra nedenlerini savunmak uygun olmaz. Bunlar olay meydana gelmeden önce düşünülür. Yunanlıların bu tür bir saldırı yapma olasılığı vardı. Kuşkusuz arkadaşlarım konuyu değerlendirmişlerdir. Şayet alınmakta olan önlemlerde eksiklik varsa, bunu daha önce söylemek uygun olurdu. Ben Bakanlar Kurulu veya arkadaşları savunmak için söz almadım. Gerçek durumu olduğu gibi görmeniz için söz almış bulunuyorum.
Yunan ordusunun saldırısı karşısında neden karşı durulmadı sorusuna yanıt vermek istiyorum. Eksiklik nerede? Bu konuda sanırım İsmet Bey’in vermiş olduğu geniş açıklamalarda yeterli temeller bulabiliriz. Yunanlıların ele geçirdikleri yerde bulunan kuvvetleri, yaklaşık olarak beş altı tümen (fırka) biliniyordu. Bizim eskiden bu yana Yunan cephesinde bulunan kuvvetlerimiz üç tümenden fazla olmamıştır.
Bunlar doğrudan doğruya bir cepheyi tutan ve cepheye yakın yörelerden gönderilen evlatlardan oluşan bir kısım askerdir. Büyük Millet Meclisi’nin kurulması ile yapılan çalışmalarda, doğuda bulunan 23.ncü tümen cepheye gönderilmek suretiyle milli kuvvetlere katılmıştır. Nazilli yöresinde bulunan tümen de tamamen milli kuvvetlerin içine girmiştir. Bunu önceden yapma olanağı bulunmadığını bilirsiniz. Şöyle ki; daha önce bu yetki burada hiç kimsenin elinde değildi.
Cephede var olan kuvvetlerden bir kısmı da ayrılmamış olsalar, şu andaki saldırıyı durdurmaya yeterli olacak mıydı? Buna da evet veya hayır şeklinde kesin yanıt verilemez. Örneğin, Akhisar cephesinde düşman üç tümenle saldırmıştır. Oysa ki bizim Akhisar cephesinde bin beş yüz erimiz vardı. Burası yüz kilometrelik bir cephedir. Az sayıda kuvvetle bu kadar geniş bir cephe savunulabilir mi? Dünyanın hiç bir yerinde bu kadar büyük bir cephe, bu kadar bir kuvvetle savunulamaz karşı konulamaz. Tarihte yarılmayan cephe yoktur. Yarılmayan cepheler kuvvetli ve kuvveti tümüyle uyum içinde olan dar cephelerdir. Bundan dolayı kabul gerekir ki; on tümeni olan bir orduya karşı bizim sizlere sunduğum kuvvetten başka kuvvetimiz yoktur. Oysa ki Batı Anadolu, İzmir ve Ankara yöresi de içinde olmak üzere milletimizin var olan askeri kuvveti, hepinizin bildiği gibi iki, üç kolordudan meydana gelmektedir. Bursa’da bulunan tümenin; İngilizleri ve İngilizlerle birlikte çalışan düşmanları bırakıp oradan ayrılmaları olanaksızdı. Şayet o tümen güneye gitseydi; ola ki cephede bulunan milli kuvvetler tümden yok olacaktı.
Adapazarı yöresinde dördüncü tümen vardı. Eksiksiz bir durumda ve yurdun önemli bir merkezindeydi. Ancak yine hepinizin bildiği gibi bu tümen, başında komutanı olduğu halde, cephanesi ile Adapazarı ve Hendek arasında yok olmuştur. Bakanlar Kurulu, Genelkurmay ve Milli Savunma bu tümeni yeniden canlandırdı, Adapazarı’nı ikinci ve üçüncü kez geri alma başarısını gösterdi. Ancak İstanbul’da bulunan hainler ve İngilizler, düşmanı güçlendirip Adapazarı yönünde saldırıya başlamışlardır. Bu kuvvet son zamana kadar Hendek’ten ayrılamamıştır. Efendiler doğudaki on birinci tümenimizi Yunan cephesi için hazırlamıştık. Ancak bu tümen Bolu ayaklanmasını bastırmak için gönderildi. Bolu ayaklanması bastırıldıktan sonra Fransızlar Zonguldak’ı ele geçirince oraya sevk edildi.
Bundan dolayı Zonguldak’ta bir, Adapazarı’ında iki, Hendek’te bir olmak üzere dört tümenimiz mevcuttur. Yunanlılara karşı hazırlanan bu dört tümenimiz yazık ki cepheye gönderilememiştir. Bunlar kara kuvvetleridir. Bunlardan başka değerli arkadaşlarımızın oluşturduğu beş tümen batı cephesi için kullanılacak kuvvetlerdi. Ancak yazık ki, Etem Bey’in emrindeki bir kuvvet ve beşinci fırka komutanının emrinde bir kuvvet Zile, Tokat, Boğazlıyan, Yozgat yöresindeki asilerle uğraşmaktadır. Bu kuvvetler Yunan cephesi karşısında bulunsa, düşman bu şekilde ilerleyemezdi. Düşman saldırısının başarı göstermesi, bundan ileri gelmektedir. İnsanlar her zaman yanlış yapabilir. Bunun aksini savunmak hiç bir zaman doğru değildir. Bununla birlikte milli kuvvetler komutanı, cephedeki komutanlara; görevinde ihmal gösterenler ile ilgili araştırma yapınız ve sonucunu bildiriniz şeklinde emir vermiştir.

Bundan sonra her şeyden önce ve her nerede olursa olsun düşmanı durdurmak gereklidir. Fuat Paşayı komutan atadık. Yetkisini genişletip tümen komutanı iken, kolordu komutanlığı yetkisi verdik. Fuat Paşa doğrudan Uşak cephesine gitti. Hiç vakit geçirmeden burada düşmanı durdurdu. Düşman üç günden bu yana Alaşehir cephesinde nereye gelmiş ise, orada kalmıştır. Komutanın kendisi o cephenin başında uğraş vermektedir. Düşmana karşı genel savaş (seferberlik) yapmayı hiç biriniz ileri sürüp savunamazsınız. Bunun olanaksızlığını herkes anlar. Genel savaş yapacak ordular ancak silah, cephane ve parayla kurulur. Aksi halde birbirimizi aldatmış oluruz. Şayet bugün Bakanlar Kurulu genel savaş ilan etmiyorsa, bunun en güçlü nedeni budur. Doğrudan doğruya benim adıma komutanlardan sürekli telgraflar gelmektedir: “Düzenli ve büyük kuvvetler gönderiniz, cephane gönderiniz, bunlar olmadığı zaman yeniliriz.” diyorlar. Kardeşlerimiz olayın ve ateşin içinde bizi uyarmakta ve acı bir dille durumlarını iletmektedirler.

Eskiden bu yana halkın eline geçmiş, yurdun her yanında fazla sayıda silah vardır. Ancak halkın elinden silah almak çok zordur. O durumda elinde silah bulunan halkı iyi kullanmak, daha uygun olur. Halkı ordu halinde toplayıp cepheye göndermek de olanaklı değildir. Ancak halktan küçük kuvvetler oluşturmak olasıdır. Bir kısım arkadaşlar halkı uyarma, onlara gerçeği açıklamaktan söz ettiler. Bu görüşe karşı çıkan kimse olamaz. Üstelik bayram nedeniyle yirmi beş, otuz gün yapılan tatilin birinci nedeni, arkadaşlarımızın seçim bölgelerine gidip halkı aydınlatmaları içindir. Bugüne kadar mecliste çoğunluğun sağlanmaması, bir kısım arkadaşımızın seçim bölgelerinde bulunmalarından kaynaklanmıştır. Ancak, ne nedenle olursa olsun Mecliste çoğunluk kesinlikle bulunmalıdır. Milletin yöneldiği yer olan Yüce heyetiniz, olgun ve gururla yerinde durmalıdır. Bir arkadaşımız diyor ki: “Düşmanı Ankara’ya kadar yürümeye özendiren şey, Meclisin dağılmış olduğu söylentileridir.” Eskiden olduğu gibi yurdun bütün yazgısını beş on kişiye bırakmak, düşmanlarımızın eline kuvvetli bir silah vermek demektir. Bu nedenle Meclisin dağılmasından yana değilim. Her şeyi siz düşüneceksiniz. Bakanların hareket ve düşünceleri size ters gelirse, onların yerine değişik öneriler getiriniz. Size egemen olan hiç bir kuvvet yoktur, size egemen olan hiç bir kimse de olamaz (alkışlar).
Büyük Millet Meclisinin kurulduğu günden bu yana, İstanbul hükümeti ve bu hükümete bağlı Ali Kemaller, yaptıkları planlarla düzenli kuvvetleri dağıtmak için uğraşmaktadırlar. Bu nedenle düzenli kadrolar oluşturamadığımız yerler oldu ve erlerin birçoğu kaçtı. Kaçanları getirip o kuvvetleri güçlendirme görevi için Milli Savunma Bakanlığınca gezici (seyyar) jandarma adı altında özenli bir kuvvet toplanmak istenildi. Yine yüce heyetinizde bu konu birçok tartışmaya neden oldu. Kurulmasına karar verdiğimiz günden bu yana henüz yirmi gün olmuştur. Cephede daha yararlı olacak kuvvetleri içte kullanmak zorunda kalmamızın nedeni budur.
Propaganda sorunu sırasında gazete söz konusu edildi. Elde bulunan “Hakimiyeti Milliye” gazetesi için dahi kağıdımız yoktur. İstiyoruz ki sadece Hakimiyeti Milliye gazetesi değil, beş on adet gazete çıkarılabilsin. Ayrıca yabancı gazeteler çıkarılsın, bunlar istenilen şeylerdir.
Sovyet Cumhuriyeti ile gelinen son durumu açıklayacağım. Rusya’nın 11.nci ordusu Bakü’ye gelmişti. Azerbaycan’lılar bunları iyi karşıladı. Biz de bir an önce Bolşevik Rusya ile ilişki kurma gereğini duyduk. Daha önce Erzurum’da bulunduğumuz sırada bir kısım arkadaşlarımızı görevli olarak göndermiştik. Ancak aylar geçtiği halde gönderdiğimiz heyetten bir yanıt alamadık. İkinci kez bir heyet gönderdik. İlk heyet Moskova’ya gitmiş bulunuyor. İkinci giden heyet de oradan aldığı yanıtlarla Trabzon’a geri geldi. Mektubumuzu almışlar, memnun olmuşlar. Hakkımızdaki düşüncelerini de çok açık ve kesin şekilde bildirmişler. İzin verirseniz kısa bir analiz yapalım: Bir kere Türkiye’nin bağımsızlığını doğal buluyorlar. Türk topraklarının bizde kalmasını uygun görüyorlar. Arabistan ve Suriye’nin milli sınırlar dışında bağımsız bir devlet olmasını kabul ve ilan etmiştik. Ancak anlaşmada milli sınırlarımız içerisinde bulunan çeşitli ırklara ait İslam halkının, oyuna başvurulmak istenmektedir. Örnek olarak Ermenistan’daki insanların bağımsız olmalarını kabul ettik. Ancak bu durum Kürdistan ve Lazistan ile ilgili değildir.
Bizce kesin ve belli olan bir durum varsa o da, milli sınırlar içerisinde Kürt, Türk, Laz, Çerkez ve benzerlerinin çıkarları ortaktır. Kendi istekleri ile kardeşçe ve dinden gelen bir birlik vardır, aksine bir görüş yoktur. Bundan dolayı hiç kuşkulanmayın. Kürt, Laz ve benzerlerinin oyu sorulduğunda bu oyu vereceklerdir. Trakya kendi geleceğini kendisi belirleyecektir. Bu konudaki görüşümüz bilinmektedir. Bizim için çekinecek bir durum yoktur. Azınlıklar ile ilgili tüm medeni dünyanın kabullendiği koşulları biz de kıvançla kabulleniyoruz.
Boğazlar sorunu için ileri sürdükleri koşul; “Karadeniz kıyısında bulunan devletler, boğazların yazgısını çözümlemelidir.” şeklindedir.
Azerbaycan’da Bolşeviklere karşı olanlar vardı. İngilizler; “Türkiye bizimle anlaştı, Bolşeviklerle savaşınız.” dediğinde, oradaki arkadaşlarımız ellerindeki kuvvetle çarpıştılar ve yenildiler. Biz söylenenlerin asılsız olduğunu kendilerine bildirdik. Bolşevikler, bu savaş başlayınca, Ermenilerle birlikte sınırda bulunan müslüman halka Olti yönünde saldırıya geçtiler. Yanlışlığı ortadan kaldırmak ve bu ilişkide gerçekten içtenlikli olduğumuzu anlatmak için girişimde bulunduk. Oradaki delegemiz, bir Rus Sovyet heyetinin, Erzurum’da bizimle görüşmek üzere yola çıktığını bilirdi. Söz verdikleri paradan bir kısmını kendi delegelerine vermişler. Şimdiye kadar ulaşamamalarının nedenini Azerbaycan saldırısı olarak düşünüyoruz. İki üç gün önce aldığımız haberde, Tiflis üzerinden gelmekte oldukları anlaşıldı. Sovyet Rusya ile olan ilişkimizin son noktası budur.
BİR MİLLETVEKİLİ: Gürcistan Bolşevik olmuş mudur?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (devamla): Gürcistan’da çoğunluğun Bolşeviklerle birleşmeyi istediği anlaşılıyor. Gürcistan bizimle siyasi temas kurmuştur. Batum civarında Gürcü müslüman halkın egemen olduğu anlaşılıyor. Sovyet Rus Cumhuriyeti’nin bize söz verdiği yardımları ödemesini bekliyoruz. Maddi ve manevi yardımlarını sağlamak için çalışacağız. Ancak daha önce de sunmuştum: Biz kendi varlığımızı, kendimiz koruyacak şekilde hareket etmeliyiz ki umutsuz olmayalım.
Batı cephesindeki acıklı görüntü hiç birimize üzüntü vermesin. İnşallah el birliği ile yurdun tüm kaynaklarından yararlanıp sonuçta düşmanlarımızı yeneceğimize inanalım. (Alkışlar)
Musul ve Cizre arasında İngilizlerle devamlı savaşmaktayız. En son aldığım bilgiye göre İngilizler yenilmişler. Bu yenilgiden sonra Musul yöresinde savunma hattı kurmaya başlamışlardır. Oradaki arkadaşlarımız büyük başarı elde etmiş, asilere de çok büyük darbe indirmişlerdir.
BİR MİLLETVEKİLİ: İçteki Rumlar için ne düşünüyorsunuz?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) – Bildiğiniz gibi Rumlar bu saldırıdan önce, İstanbul ve diğer yörelerde göçe kalkışmışlardı. Biz bu göçe izin vermedik. Olaylar üzerinde bir parça akılcı düşünmeliyiz. Eskişehir’ deki imalathanelerde Ermeniler olduğu söylendi. Burada Rum ve Ermenileri çıkardığımızda tüm makineler duruyor, bu zorunluluk nedeni ile onlar değiştirilemez.
Bilindiği gibi Kazım Karabekir Paşa’ nın kuvveti, savaşa hazır bir ordudur. Bu tümenlerden biri Trabzon’dadır. Trabzon’a bir çıkarma olursa diye yedektedir. Ermenilerin saldırıp Erzurum’u ele geçirmelerinden endişe ediyoruz. Doğu sınırımızı tümüyle güvene aldıktan sonra, orada bulunan kuvvetlere inşallah hiç gerek kalmaz. Ancak gerek olduğunda istenilen yere gönderilir.
Anlaşma Devletleri başta İngilizler olmak üzere, hazırladıkları barış koşullarını bize kabul ettirmek için, Yunan ordusunu kullanıyorlar. Ancak asıl saldırıyı İstanbul’daki Damat Ferit Paşa ve bakanlar kurulu yapmaktadır. Son aldığımız telgrafta Ferit Paşa ve bakanlar kurulu delegesi üç gün önce barış anlaşmasını imzalamışlardır. Bildiğiniz gibi Ferit Paşa, barış anlaşmasını imzalamak için iktidara getirilmiştir. Ancak yalnızca imza yeterli değildir, onun uygulanması gereklidir. Ferit Paşa’nın içte yaptırdığı ve yaptırmak istediği bütün isyan girişimleri sonuçsuz kaldı. Anlaşmış devletler Ferit Paşa’ya; “Barış koşullarını yerine getirmen için istediğin kuvveti sana veriyoruz. İşte Yunan ordusu.”dediler. Bundan dolayı gerçek düşman İngilizlerden önce Ferit Paşa ve arkadaşları ile onları koruyanlardır. (Kahrolsun sesleri).

TARİH : 18 TEMMUZ 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN, MİLLETVEKİLLERİNE ÖDENECEK, YOLLUK VE AYLIKLARLA İLGİLİ YAPTIĞI KONUŞMA :

(Çeşitli milletvekilleri verdikleri önergelerde ve yaptıkları konuşmalarda, kendilerine ödenecek yolluk (harcırah) ve aylıklarla (ödeneklerle) ilgili değişik görüşler ortaya atarlar. Bu konuda birlik sağlanamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa söz alır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) – Efendiler, yolluk ve aylıklar ile ilgili olarak Anayasanın (Kanunu Esasi) 76.ncı maddesi ileri sürülmektedir. Büyük Millet Meclisi’ni oluşturan milletvekillerinin, ulus tarafından seçimine karar verildiği zaman, Anayasa yürürlükten kaldırılmıştı. Yüce Meclisiniz, eldeki Kanunu Esasiye göre oluşturulmamıştır. Bu nedenle uygulama alanı bulunmayan bir yasayı esas almak doğru değildir. O zaman seçilen milletvekillerinin hızlı bir şekilde toplanmasını sağlamak için milletvekillerinin bulundukları yerden buraya (Ankara’ya) kadar gelirken harcadıkları para ne kadarsa, bu parayı kendilerini seçen heyetler belirleyecek ve yerel hükümetler sağlayacaktır. Yalnız bazı yerlerde belirlenen paranın tümünü vermek olanağı bulunmamış olabilir. Ayrıca değerlendirmede de yanlışlık olabilir. Bu durumda olan arkadaşlar, Meclis Başkanlığına yeniden değer biçtirip bu noksanlığı giderebilir.
Yüce Meclisiniz verdiği kararla milletvekillerinin yılda 1250 lira aylık (tahsisat) alması kararlaştırıldı. Yolluk konusu da bu tür alınacak bir kararla çözümlenebilir. Kuşkusuz buraya kadar gelen arkadaşların, zarara uğramaları istenemez. Ancak bu yolluk kararnamesine uygun olarak tüm yolluklar hesaplanırsa, sanıyorum ki altmış bin lirayı bulacaktır. Oysa ki efendiler, Batı Cephesi Komutanlığından aldığım telgrafta, üç günden bu yana makine başında bizden para istiyorlar. Altmış veya seksen bin lira bulup verirsek, bir gün sonra saldırıya geçecektir. Bundan dolayı para konusunda bu gibi hayati istekleri göz önünde tutmak gereklidir. Aylıklar İstanbul’da Milletvekili olarak görev yapmış olan arkadaşlarımızın aldıkları para kadar olmalıdır.
Meclisimizin bugün ki niteliğine göre, alınmakta olan para yetersiz gelebilir. Meclisimiz geçici, üç beş aylık bir meclis değildir. Yasama ve yürütme yetkisi olan sürekli bir Meclistir. Yalnız bir seçim dönemi belirlemek gereklidir, iki yıllık süre uygun olabilir. Görev, yılın sonuna kadar devam etmelidir. Bir kısım arkadaşlara bilgim içinde fazla para verilmiştir. Ancak bu fazla para, üstlendikleri görevin özelliği nedeniyle verilmiştir. Yoksa burada aynı koşullar içerisinde çalışan arkadaşlardan bir kısmına fazla para verilmesi söz konusu değildir. Bilindiği gibi meclisimiz, İstanbul’da milletvekili olan otuz kadar arkadaşın katılımı ile görevlerini devam ettirmektedirler.
BİR MİLLETVEKİLİ – İstanbul’dan buraya geldikleri için ayrıca yolluk verilecek mi?
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Devamla) – Bu arkadaşlar buraya gelebilmek için üç, üç buçuk ayı yolda geçirmişlerdir. Ayrıcalık yapma gereği yoktur. Şimdiye kadar gelen arkadaşlara iki yüz lira verilmiştir. Gerçi uzaklık Bitlis’ten buraya kadar eşit değildir, çok kısadır. Ancak Bitlis’ten buraya gelenler rahat yolculuk ettiler. İstanbul’dan gelenler ise, İngilizlerin arasından birçok tehlikeli yerlerden geçerek geldiler. Yolluk (harcırah) Yasasına göre bir çözüm bulup gereği yapılmalıdır. Görüşüm bu yöndedir.

TARİH : 9 AGUSTOS 1920

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN CEPHELERDE YAPTIĞI DENETİM SONUCU, SAVAŞIN KONUMU İLE İLGİLİ YAPTIĞI KONUŞMA:

MUSTAFA KEMAL PAŞA (Ankara) – Saygıdeğer arkadaşlarım, on bir gün yolculuktan sonra yüce heyetinize kavuşmaktan onur duyuyorum. (Hoş geldiniz, sefa geldiniz sesleri) Arkadaşlarımla birlikte yaptığım yolculukla ilgili düşüncelerimi bildirmek için söz almış bulunuyorum.
27 Temmuz 1920 akşamı Ankara’dan ayrılmıştık. Ertesi gün Eskişehir’e vardık. Eskişehir’de Batı Ordusu Komutanı Ali Fuat Paşa ile genel durumla ilgili düşüncelerimizi birbirimize ilettikten sonra, kuzeye hareket ettik. Bursa’yı işgal etmiş olan düşman karşısında bulunan kuvvetlerimiz büyük bir grup oluşturuyor. Adına Ertuğrul grubu denilmiş. Daha kuzeydeki Adapazarı ve civarından İzmit’e kadar yolculuğumuzu uzattık. Bundan dolayı önce Ertuğrul grubundan başladık. Bilecik’e varışımızda halka Yüce Meclisinizin selamlarını ve Meclisin kendilerinden beklediği çalışma ve özveriyi bildirdik.
Bilecik Kolordu Komutanı Albay Kazım Bey tarafından karşılandık. Buraya vardığımızda henüz istasyonda iken, bir kısım askeri birlikleri denetledik. Denetim sonucu bizde iyi etki bıraktı. Ertesi gün Bilecik’ten arkadaşlarımızla birlikte Eskişehir yönünde hareket ettik. Yenişehir doğusundaki asıl mevzi üzerinde oradaki yetkili komutanlarla incelemelerde bulunduk. Yaptığımız inceleme sonucu, Yenişehir üzerinden gelecek düşmanı karşılamaya uygun bir mevzi olduğunu gördük. Bu kuvvetlerin, kendilerine verilecek savaş görevini yerine getirebilecek yetenek ve güçte olduklarını anladık. Subaylar ve başta bulunan komutanları, görevlerinin bilinci içerisinde olduklarını göstermişlerdir. Askeri yönden denetim ve inceleme ile uğraşırken, bir yandan da arkadaşlarımız çeşitli gruplara ayrıldı. Bir kısmı askerleri, bir kısmı sivil halkı uyarıp aydınlatan konuşmalar yaptı. Daha sonra aynı gün geri döndük. Bilecik’ten trenle Karaköy istasyonuna çıktık, oradan arabalarla Pazarcık’a gittik.
Pazarcık halkının heyetteki milletvekillerine gösterdikleri içten karşılama, hepimizi mutlu etti. Askerlerin görünümü iyi ve eğitimli idi. Ertesi gün sabah arabalarla iki saat yol aldıktan sonra büyük bir askeri birliğe ulaştık. Bunlar Ertuğrul grubunun bulunduğu cephe gerisindeki yedeklerdi. Eğitimi, subayları ve komutanları bizi son derece mutlu etti. Arkadaşlarımız bir baba gibi askerlerle görüşüp öğüt verdiler. Daha sonra İnegöl’e bakan mevzilerdeki askeri birliğe ulaştık. Buradaki birlikler de iyi seçilmiş ve güvenilir durumdaydı. Daha sonra Pazarcık’a döndük, oradan da Karaköy istasyonundan trenle Ertuğrul’a gittik. Bu bölgenin iki önemli yönü vardır; biri İnegöl, Eskişehir, öteki Bursa ve Bilecik üzerindedir. En önemli yön İnegöl’dür ve yetenek olarak güvenli bir askeri birliktir. Yine aynı yönde Yenişehir üzerinde Kazım kuvvetleri bulunmaktadır. Adapazarı yöresinde Arif askeri birliği vardı. Buradan Eskişehir’e döndük. Eskişehir’de birkaç saat ordu komutanı ile çeşitli konuları görüştük. Ordu komutanı, gördüğümüz eksiklikleri tamamlatmak üzere gerekli yerlere emirleri verdi. Daha sonra Karahisar (Afyon) üzerinden Uşak’a hareket ettik. Bu yönde rastladığımız ilk askeri güç topçudan, makineli tüfekten ve piyadeden oluşan bir birlikti. Kendilerinden istediğimiz görevlerin yerine getirilmesinde yeterli görünmedi. Bu durumu oradaki komutanların tümüne açıklama gereğini duyduk. Anında bu birliklerin iyileştirilmesi için gerekli emirler verildi. Yolculuğumuza devam ettik.
Uşak’ta gerek halk tarafından oluşturulmuş gönüllü askeri birlikleri ve gerek düzenli birlikleri önce basit bir denetimden geçirdik. Arkadaşlarımız halka yapılanları anlattılar. Bu kuvvetlerden bir kısmı henüz görevlerini iyi şekilde yerine getirecek konumda değildi. Kendilerine gerekli uyarılar yapıldı. Bundan sonra düşman karşısında bulunan esas mevziye gittik. Esas mevzi ile düşman arasında ileri sürülmüş askeri birlikle ilgilendik. Esas mevzideki kuvvetlerin giyim kuşamı yeterli değildi, ancak yetenek, kuvvet ve güven bakımından bizi çok memnun etti. Eski, yırtık elbiselerine karşın asker olarak görevlerini eksiksiz yerine getirecek durumda idiler. Daha sonra Karahisar’a geçtik. Burada ve Uşak’ta ayrı birer kuvvet vardı. Biz tüm kuvvetlerin bir arada olmasını istedik. Bu nedenle oradaki komutanlara emrimiz şu oldu: “Bütün kuvvetleri bir araya toplayın. Düşman göründüğünde, onları izleyin ve sonra saldırıp savaşa zorlayın.” Ancak görüşlerimizi uygulayacak komutan, bize güven vermedi. Düşüncesine güven duyduğumuz ve asker olarak tanıdığımız birini derhal komutan atadık. Yine kendisini en ileri sınıra gönderip, bu ilke doğrultusunda görev verdik. Afyon’da halk tarafından çok iyi karşılandık. Büyük Millet Meclisi’ne saygıda bulundular. Bundan sonra güneye devam ettik. Yolculuğumuz sırasında Uşak, Nazilli, Afyon, Konya Müdafayı Hukuk cemiyetleri üyeleri ile toplantılar yapıldı. Toplantılarda kendilerinden isteğimiz şu oldu: “Müdafayı Hukuk Heyeti, son bakanlar kurulu kararı ile sivil memurların başkanlığında ve emrinde görev yapacaklardır. Ayrıca ülkenin savunmasında görevli komutanların, kendilerinden rica edeceği konularda kolaylık sağlayacaklardır.”
Kütahya’daki kuvvetler, on gün içinde oluşturulan bir askeri birlikti. Üç taburu, bin yedi yüz eri olan piyade alayı idi. Bu kuvvetler giydirilmiş, donatılmıştı. Bütün bu kuvvetleri meydana getiren Kütahya halkıdır. Bu durumdan milletimizin talimli asker olduğu anlaşılmıştır.
Kütahya’nın ilerisinde Timurcu’da, önceden de duyulduğu gibi Ethem Bey çok büyük başarı kazandı. Düşmanın büyük kısmına zarar verip, perişan etti. Düşman cephesini güçlendirmek zorunda kaldı. Daha sonra Konya’ya giderken Akşehir’de, Ilgın’da yığınak olarak bulunan askeri birlikleri görüp, denetledik. Bu askeri birliğin oluşturulmasında ve giydirilmesinde halkın görülmedik şekilde katkısı olmuştur. Konya halkı bizi içten, sıcak ve büyük bir gösteri ile karşıladı. Valiliğe gittik ve ertesi gün halkla görüştükten sonra güneye hareket ettik.
Adana cephesinde bulunan arkadaşların karargahı olan Pozantı’ya gittik. Yörede bulunan çeşitli müdafaayı hukuk heyetlerini de oraya çağırdık. Onlara askerin ve sivillerin durumu ile ilgili düşüncelerimizi söyledik. Düşman Adana, Tarsus, Mersin’de bulunuyor. Buna karşı bizim Adana ve Mersin’deki kuvvetlerimiz hareket halindedir. Bizim kuvvetlerimizle düşman kuvvetlerini kıyaslamak mümkün olmadı. Bu kuvvetlerin elindeki silahları orada bulunan halk vermiştir.
Üzülerek söylüyorum ki, Adana ilinde sivil idare oluşmamıştı. Valisi, sancak yöneticisi, kaymakamı, adliyesi, polisi, jandarması, hiç bir şeyi yoktu. Doğrusu ben halka karşı utandım. İnsanların kanlar dökerek düşmanların elinden aldıkları bu yerleri idare etmeyi unutmuşuz. Bu nedenle vali ve kaymakamları anında atamak gereğini duyduk. Orada bulunan Milletvekillerinden İsmail Safa Bey, Bakanlar Kurulu kararı ile yüce heyetinize sunulup kesin karar alınıncaya kadar, vekaleten vali olarak atanmıştır. Karaisalı ilçesinde halk kendi kendini idareye başlamıştır. Mersin ve Tarsus’ta bulunan Milli Savunma heyetlerinden ikişer delegeyi Pozantı’ya çağırdık. Bunların Adana’da valiye yardımcı olmasını Yüce Meclisinizden rica etmiştim. Kabul edildiği için teşekkür ederim. Bundan sonra geriye döndük, yol boyunca oradan geçmekte olduğumuzu duyan halk gece gündüz toplanıp yanımıza geldi, görüştük. Gördüğümüz kuvvetler, alınan önlemlerle kısa süre içerisinde daha çok artırılacaktır.
Efendim tüm yolculuğumuzla ilgili özetle sunabileceklerim budur.